Ebeveynlikte Farkındalık ve Güven

Ebeveynlik, içsel yolculuğumuza çocuğumuzdan bir açık davet gibidir. Çocuklarımız hayal bile edemeyeceğimiz bir sevgi ile dolmamızı sağlarken o ana kadar belki de çok dikkat vermediğimiz öfke, sabırsızlık ve tahammülsüzlük gibi gölge yanlarımızı da ortaya çıkarabilir. Gölge yanlarımızla karşılaşmak konforsuz hissettirse de bizi kalbimize yaklaştıracak ve bedenimizle temas ettirecek potansiyel fırsatlar içerir.
jon-flobrant-C2PvO6dOORY-unsplash

“Ebeveynlik, kendimizin en iyi ve en kötü hâlini görebildiğimiz bir aynadır. Yaşamın en zengin ve en korkutucu anları…”  Myla & Jon Kabat-Zinn

Ebeveynlik, içsel yolculuğumuza çocuğumuzdan bir açık davet gibidir. Çocuklarımız hayal bile edemeyeceğimiz bir sevgi ile dolmamızı sağlarken o ana kadar belki de çok dikkat vermediğimiz öfke, sabırsızlık ve tahammülsüzlük gibi gölge yanlarımızı da ortaya çıkarabilir. Gölge yanlarımızla karşılaşmak konforsuz hissettirse de bizi kalbimize yaklaştıracak ve bedenimizle temas ettirecek potansiyel fırsatlar içerir.

Çocuklar kendi içsel çalışmalarımızı yapabilmemiz için bizlere ilham verir. Bazen tüm düğmelerimize bastıklarını, tüm güvensizliklerimizi uyandırdıklarını, tüm sınırlarımızı test ettiklerini düşünürüz çünkü kendi içimizde henüz temas etmediğimiz yerlere dokunurlar. O anda fark etmesek de bu temaslar bizi kendimize daha da yakınlaştırır, yeni kapılar açar, içimizi büyütür ve bizi güçlendirir. 

Ebeveynlikte bilinçli farkındalık

Farkındalıklı ebeveynlik çocukların gerçek ihtiyaçlarını tam olarak anlayabilme, sinyalleri görebilme; onlara sevgi dolu, şefkatli, kabullenen, yargısız ve samimi bir tavırla yaklaşabilme kapasitemizdir. Ana dikkat vererek çocuğa açık bir merakla yaklaşan ebeveynlik yaklaşımıdır. Aslında bunları söylemek kolay görünse de günlük yaşamda çocuklara yargısızca ve kabulle yaklaşmak çok da kolay değildir. 

21. yüzyıl ebeveynleri olarak hep ‘’daha iyi bir anne/baba olma’’ baskısını üzerimizde hissederiz. Bütün bu daha iyisini yapma, daha iyisini sunma çabamız bizi andan uzaklaştırır, üzerimizde bir stres ve baskı yaratır. Bugün zihnimizdeki bu ‘’mükemmeliyetçi’’ eğilimi alıp yanımıza oturtalım ve farkındalığı yüksek bir ebeveyn olmak omuzlarımızdaki yükü nasıl hafifletebilir, birlikte bakalım.  

Çocuğumla nasıl kalpten kalbe bir ilişki yaratırım?

Her çocuk biricik ve eşsizdir. Çocuğumuzla ilk temasımızdan itibaren kalpten kalbe bir ilişki inşa etmeyi arzu ederiz. Empati kurarak, onun kendilik hâlini destekleyerek, ona saygı ve güven dolu bir alan yaratarak bu ilişkiyi destekleyebiliriz. Ancak bizi alıkoyan bazı beklentiler veya yargılar vardır: ebeveynliğin toplumsal olarak bir yarış gibi konumlandırılması, hem dışarıdan hem de kendi içimizden gelen yargılayıcı sesler, çocuklardan akademik beklentilerin artması… Tüm bunlar, oluşturmak istediğimiz kalpten kalbe ilişkiden bizi alıkoyar ve üzerimizde bir baskı yaratır. 

Bu yargılayıcı sesler ve baskı ile farkında olmadan hem kendi ebeveynliğimizi hem de çocuğumuzu etiketleriz. Örneğin çocuğumuza aşırı hassas, çok hareketli, mızmız, hiçbir şeyden memnun olmayan, negatif, utangaç deriz. Bu etiketler bizi andan uzaklaştırır ve çocuğumuzu tam da olduğu gibi görebilmemizi güçleştirir. Artık onu her an bu etiketler vasıtasıyla görmeye başlarız. Bu durum, ilişki içinde daha yargılayıcı olmamıza yol açar. Oysa çocuklar her an değişir, rengârenk dünyalarında onlar için ebeveynleri değerlidir. Bu değeri korumak için çoğu zaman her şeyi yapabilmeye hazır ve razıdırlar. Peki, bu yargılayıcı seslerle nasıl başa çıkabiliriz? 

Her anı kendi içinde değerlendirmek mümkün mü? 

Bu davranış, kendi geçmişimizden bize birini hatırlatıyor olabilir mi? 

Bu davranışla daha önce nasıl başa çıkmıştık? 

Kendi çocukluğumuzda buna benzer davranışlar sergilediğimizde ebeveynlerimiz bize nasıl yaklaşmıştı?

Tüm bu yansımalar, bugün çocuğumuza nasıl yaklaştığımıza dair bize ışık tutar. 

Çocuğuma sadece var olduğu için saygı gösteriyor muyum? Yoksa saygı benim için kazanılması veya ispatlanması gereken bir şey mi? 

Çocuklar her durumda şartsız, koşulsuz saf sevgiyi hak ederler. Biz de çocuklarımızı sonsuz bir sevgi ile sarmak isteriz. Çocuklarımız eş zamanlı olarak sakin ve şefkatli bir rehberliğe de ihtiyaç duyarlar. Geminin kaptanının onları limana güvenle bir şekilde yanaştıracağını bilmek isterler. Kaptanın görevi yolcular için sağlıklı ve kapsayıcı sınırlar oluşturabilmektir. Kaptan yolcuların güvenliğini göz önünde bulundurarak bazı kararlar alır, sınırlar koyar. Bu kararlar yolcuları her zaman memnun etmeyebilir, üzebilir, onlara hayal kırıklığı hissettirebilir. Ancak limana güvenle varabilmek için bu kurallara ihtiyaç vardır. Geminin kaptanı olmak nazik ve kapsayıcı bir tavırla orada olabilmeyi gerektirir. Kapsayıcılık sunmak, oluşan tüm hayal kırıklığı ve üzüntüye kucak açabilmeyi de içerir çünkü hoşa giden duygular kadar hoşa gitmeyen duygular da yaşamda bizimle birliktedir. Birini kabul ederken diğer bir duyguyu kabul etmemek bir parçamızı inkâr etmek gibidir.

Genellikle çocuğumuz hissettiği duygudan hoşnut olmadığında bu duyguyu sonlandırmasını ya da ondan uzaklaşmasını isteriz. Çocuklarımız iyi hissederken onlarla mevcut olmak kolaydır ancak asıl hoşnutsuz anlarında tüm dikkat ve mevcudiyetimize ihtiyaç duyarlar. Bu hoşnutsuz anlarda onlarla birlikte kalabilmek için her gün onlarca fırsat karşımıza çıkar. Bu zorlu anları bir fırsat olarak mı değerlendireceğiz yoksa oradan koşarak uzaklaşacak mıyız? İkisi arasında önemli bir fark vardır ve bu fark gelecekte çocuğumuzun esnek dayanıklılık kapasitesini inşa eder. 

ebeveyn

‘’Çocuğum beni hiç dinlemiyor ki!’’. Dinlemek derken neyi kastederiz? Uyum sağlamalarını, boyun eğmelerini ya da itaat etmelerini mi? Peki, biz onları gerçekten dinliyor muyuz? Neyi sevip sevmediklerini, neyin onları iyi hissettirip hissettirmediğini, ne zaman güvende ya da güvensiz hissettiklerini biliyor muyuz? Dinlemek, sadece dinlerken kelimelerin susması değil aynı zamanda zihnin de sessizleşmesi eylemidir. Dinlemek bir sonraki anda ne cevap vereceğini düşünmeden o anda olma eylemidir. Rumi’nin dediği gibi kelimelerimizi üç kapıdan geçirmektir: ‘’Bu doğru mu? Bu gerekli mi? Bu nazik mi?’’ 

Çocukların her zorlu davranışına, sanki ilk kez karşılaşıyormuşçasına bakmak, davranışa açık bir merakla yaklaşabilmektir. 

Etiketlerin, “Zaten o hep böyledir’’ ifadelerinin dışında bir yerde durabilmek mümkün mü? Zorlu bir davranış veya duygu ortaya çıktığında kendimizi bu soruları sormaya davet edebiliriz: 

“Şimdi burada tam olarak ne oluyor?”

”Bu zorlanmanın nedeni ne?”

“Ona nasıl destek olabilirim?”

Ancak kalp gözüyle bakabildiğimizde çocuğumuzun kelimeleriyle ifade edemediği ihtiyaçlarını görebilir, kelimelerin ötesindeki sesini duyabiliriz. Böylece aramızda bir ritim oluşur, tatlı bir melodi gibi. Bu muhteşem varoluşa tanıklık etmek, çoğu zaman sadece durabilmek demek. Çocuğum duyulduğunu, görüldüğünü, hissedildiğini, güvende olduğunu duyumsadığında o minik filiz gölgemizde her gün biraz daha kendine doğru büyür ve serpilir.

Leave a Reply