Partnerimizle sözlü veya sözel olmayan birçok yolla iletişim kurarız. İletişimimiz açık, içten ve doğrudan olabildiği oranda birbirimizi anlayabilmemiz mümkün olur. Kimi zaman ise iletişimimizi böylesi sağlıklı nitelikte gerçekleştiremeyiz. O gün yaşadığımız stresli bir yaşam olayı, içinden geçtiğimiz zorlu bir dönem, ekonomik zorluklar veya sağlık problemleri, artmış sorumluluklar, içsel süreçlerimizin zihnimizi fazlaca meşgul etmesi ve bu anlarda yaşadığımız hassasiyet… Bu gibi durumlar ilişkiye etki eden ancak ilişkimizin kendi yapısına özgü olmayan problemlerdir. İlişkimizi yaşayışımıza elbette etki eder ancak ona zarar vermesi bir koşul değil.
Ancak stresli koşulların yoğunlaştığı veya kronikleştiği durumlar, iletişimimizin de bundan olumsuz etkilenmesine sebep olabilir. İki partnerin de giderek daralmış tolerans aralığı, esnek davranabilmeyiı engelleyebilir. Bu normaldir de. Çünkü hiçbirimizin anlayışlı ve empati kurabilen bir hâli durmaksızın sürdürebilmesi mümkün değildir. Bu nedenle bizi ve partnerimizi zorlayan koşullar içinde kendimize karşı da aynı anlayışı gösterebilmemiz gerekir. Aksi durumda ise nasılsa anlaşılmayacağımız fikriyle kendimizi ifade etmekten vazgeçer veya kendimizi daha savunan bir pozisyondan açıklamaya çalışırız. Bu ise ilişkimizin kendisine dair bir problemi tarif eder.
Bu noktada, çözülmediği takdirde giderek kendini besleyen kısır döngüler oluşabilir. Bizi belki de en çok çözümsüzlükten tekrar geçtiğimiz için zorlayan döngülerdir bunlar. Çaresizlik hissimizi ve yeniden anlaşılamamanın sıkıntısını tetikler. Geçmiş deneyimlerin yükü, bugün meydana gelen olayda kendini yeniden hissettirir. Zamanla konular değişse de bazı iletişim engelleri değişemez hâle gelir.
Kendimize ve partnerimize dönük bir bakışla bu engellerin hangilerinin bizim için geçerli olduğunu araştırabiliriz. Böylece bu örüntülerin pekişerek partnerimizle aramızda yer edinmesinin önüne geçebiliriz.
Kimi zaman fazlasıyla kırgın veya çaresiz hissettiğimizden, kimi zaman zaten çabalasak da partnerimizin ne yaşadığını anlamamızın mümkün olamayacağına inandığımızdan
ya da belki gerçekten onu veya ilişkileri artık çok iyi bildiğimizi düşündüğümüzden partnerimizi dinlemek yerine onun ne düşündüğü ve hissettiği kısmını kendimiz doldururuz. Bir nevi onun deneyimini bildiğimizi varsayarız.
Partnerimizin zihnini okumamız hangi zorlanmamızla ilişkili olursa olsun, sağlıklı bir yere varmamızın önünde engel olacaktır. Çünkü onun ne düşündüğü hakkında fikrimiz olduğunu varsaymamız, aslında merak etmekten ve anlamaya çalışmaktan vazgeçmeye başladığımız anlamına gelir. Bugünün içinde yaşanan, her zaman yeniye ve değişime dair olanakları içinde barındırır; bazen küçük, bazen ise büyük olanaklar… Bildiğimizi varsaymak ise geçmiş deneyimlerle oluşturduğumuz verilere dayansa dahi, bu olanakları fark etmemizi zorlaştırır. İki kişilik bir ilişkinin, diğer tarafında yaşananları daha derin kavramamızın önüne geçer. Bu nedenle bizim de yaşananlara daha otomatik ve benzer tepkiler vermemize sebep olur. Yani ilişki alanımızda kendimiz için de partnerimiz için de yeni olasılıklar yaratma şansımız engellenir.
Bu nedenle, gerek kendimizi içtenlikle anlatmaktan gerekse partnerimizi anlamak için ona alan tanımaktan vazgeçmememiz gerekir. Geçmişin bilgisi, bugüne uygun tepkiler vermekte elbette kıymetlidir. Ancak sadece onun üzerine inşa edilmiş varsayımlar, bizi çaresiz hissettiren döngülerin tekrar etmesini pekiştirecektir. Üstelik partnerimiz adına onun deneyimlerini tanımlamamız, onun kendini ifade etmeye daha az istekli olmasına ya da defansif davranmasına sebep olacaktır.
Stres, bünyemizde tehdit altında olduğumuz bilgisinin tetiklenmesine sebep olur. Bu ise kendimizi korumamız için birtakım mekanizmaları devreye sokar. Yani savunma pozisyonuna geçeriz ve bu durum partnerimizle tartışırken de kendini gösterir. Bir yandan kendimizi anlatmaya çalışır, öte yandan -aslında anlaşılmak ihtiyacıyla- haklılığımızı kanıtlamaya çabalarız. Ancak bunu yaparken bizi ihtiyacımızdan uzak düşürecek bir ifade tarzı kullanabiliriz, yani çoğu “Sen” kelimesiyle başlayan cümleler.
Partnerimizin bizi dinleyebilmesi ancak onun da kendini saldırı altında hissetmediği bir aralıkta mümkün olacaktır. Kendi deneyimimizin anlaşılmasını beklerken kendimizden bahsetmek yerine onun yaptıklarından ve hatalarından söz etmek işlevsel olmayabilir. Bunun yerine onun yaptıklarını tarif etsek bile bunun bizde neye yol açtığını dile getirmeliyiz. “Her seferinde gecikiyorsun.” yerine “Eve gecikmen ve senden haber alamamak beni endişelendiriyor. Bu konuda daha önce konuşmamıza rağmen bunu yapmaya devam etmen ise kendimi önemsiz ve değersiz hissetmeme sebep oluyor.” gibi ifadeler, partnerimizin davranışı kadar bizim rahatsızlığımızın nedenini ve duygularımızı da açıklar. Bu sayede iletişimimizi daha açık ve anlaşılır hâle getirir.
Bu gibi kelimeler de tıpkı “Sen” kelimesiyle başlayan cümlelerimiz gibi bizi çözüme ulaşmaktan çok çözümden uzaklaştırma potansiyeli taşır. Çünkü partnerimizi ve bizi içinden çıkamadığımız bir kısır döngüye doğru çeker. Daha önce hep böyle olmuştur ve hep böyle olacaktır.
Oysa ilişkimizde bunun daha farklı olabildiği anları hatırlamak ve olumlu olanı görmek için daha umutlu olmamız gerekir. Kendini gerçekleştiren kehanet sarmalından çıkabilmemiz için küçük değişimleri, farklı olanı, istisnaları ve aslında böyle olmayabileceği ihtimalini yeniden fark etmemiz gerekir.
Bize “her zaman, hiçbir zaman, yine…” ile başlayan cümleler kurdurtan şey, çoğu zaman yorgunluk, incinmişlik veya çaresizlik gibi yoğun duygularımızdır. Onları daha doğrudan ifade ederek ve partnerimizle paylaşmaktan çekinmeyerek yaşayabilmeye izin verebiliriz.
Kimi zaman ise kendimizi ifade etmekten nispeten vazgeçer, özellikle stres anlarında görünmez duvarlar örerek aramıza mesafe koymaya çalışırız. Bu da aslında diğer tüm iletişim teşebbüsleri gibi bir baş etme yoludur. Ancak yine partnerimizle iletişimimizdeki engelleri besleyecek ve sorunların tekrar etmesine zemin hazırlayacaktır.
Yaşadığımız zorlanma karşısında bu gibi bir reflekse sahip olduğumuzu gözlemliyorsak bu şekilde davranmamıza sebep olan duygu ve düşüncelerimizi anlamaya çalışabiliriz. Anlaşılmayacağımıza inanmak, problemlerin üstesinden gelinemeyeceğine ikna olmak, bu gibi anlarda paralize olmak, zorlu duygularla bir arada durmakta zorlanmak bu refleksimizin olası sebeplerinden birkaçıdır.
Bu baş etme stratejisi bizi o an için sorundan uzaklaştırabilir ancak aynı zorluğun başka bir bağlamda yeniden karşımıza çıkma ihtimalini de artırır. Partnerimiz için ise ulaşılmaz ve anlaşılmaz görünmemize yol açar.
Bu sebeple kimi zaman hepimizin farkında olmadan kullandığı bu yöntemin repertuvarımızda kalıcı hâle gelmemesine özen göstermemiz gerekir. Eğer öyleyse bile bunun bizim hikâyemizdeki anlamını kavramaya çalışmalıyız. Ardından daha farklı pratikler geliştirmek için denemeler yapabilir, bize destek olabilecek kaynaklara başvurabiliriz.