Romantik ilişkimizin sağlıklı oluşunu besleyen en önemli kaynaklardan biri duygularımızı ifade edebilmemizdir.
Duyguların ifadesi hakkında düşündüğümüzde çoğumuzun aklına ilk etapta kızgınlık, hayal kırıklığı, üzüntü, kıskançlık, çaresizlik gibi zorlayıcı duygular gelmesi muhtemeldir. Bu şekilde düşünmeye meyilli olmamız da oldukça doğaldır çünkü bu duyguların ifade edilmemesi gerektiğine dair birçok örtük veya açık öğrenmeye sahip olabiliriz.
Kızgın hissetmeyi yıkıcı ve zararlı bir şey olarak deneyimliyorsak onu paylaşma fikri pek de mantıklı bir davranış gibi görünmez. Aksine ilişkimizi korumak için öfkemizi bastırmamız, onun ilişkimize etki etmesini önlememiz gerekir. Hatta böyle hissettiğimiz için kendimizi suçlamamız bile söz konusu olabilir. Bir olay karşısında üzüntü duymamız anlam dünyamızda zayıflık olarak tarif ediliyorsa onu yaşamaktan kaçınmak için çabalarız. Çünkü üzüntümüzün ifadesine izin vermek, eş zamanlı olarak kendimizi zayıf biri olarak görmemize sebep olur. Kıskanmanın bize iyi gelmese bile doğal ve insana dair bir duygu olduğunu hatırlayamıyorsak bu duygumuzu ayıplamamız ve böyle hissettiğimiz için utanç duymamız olasıdır. Bu durumda o da kaçtığımız veya bastırdığımız duygularımız arasına girer. Örnekleri çoğaltabiliriz çünkü duygularımız epey çeşitlidir ve onlara eşlik edebilecek birçok farklı inanç söz konusudur.
Bu süreç, bizim iç dünyamıza dair bir işleyişi işaret eder. Yani duyguyu anlam dünyamızda nasıl tarif ettiğimiz o duyguyla ne yapacağımızı belirler. Duygularımızın her birinin deneyimimize ve ihtiyacımıza dair bir şey anlatmak için var olduğunu biliyorsak onları bastırmak veya yok saymak gibi yollara daha az başvururuz.
Bize dair bu durum, ilişkimizin yapısını önemli derecede etkiler. Duygularımız romantik ilişkimizde, diğer birçok ilişkiye göre daha yoğun deneyimlenir. Partnerimizle ilişkimiz hem iç dünyamızda çok daha geniş bir yelpazeden duygu uyandırma potansiyeline sahiptir hem de bunları günlük hayatta olduğundan daha yoğun deneyimleriz. Bu nedenle, duygularımızla ilişkimiz ve onlarla ne yaptığımız, ilişkimize yakından etki eder. Duygularımızla ilişkimiz sağlıklı olduğu oranda, onları daha rahat ve içten ifade edebilir, paylaşımı mümkün kılarız.
Duygularımıza alan tanırken önce onları adlandırabilmemiz bize yardımcı olacaktır. “Sevgilimle yaşadığım bu olay iç dünyamda hangi duyguları harekete geçiriyor?”, “Kaygı, üzüntü, öfke, içerleme, hayal kırıklığı, çaresizlik, bunalma, bıkkınlık, korku, anlaşılmamışlık ya da kafa karışıklığı…” Bünyemiz, oldukça fazla duyguya ev sahipliği yapar. Zorlanma anlarında iç dünyamızda hangi duyguların harekete geçtiğini anlamak için duygularla ilişkimizi güçlendirmemiz gerekir.
Duygumuzun bünyemizde sebep olduğu zorlanmadan kaçmaya çalışmamak ve onunla savaşmamak da kabul sürecinin önemli bir parçasıdır. Bu sayede, rahatsızlık da uyandırsa ona alan tanırız. Duygumuzu kabul etmemiz, ondan memnuniyet duyduğumuz anlamına gelmez. Bu sayede duygumuzla beraber kalabilir, onun bize ulaştırmak istediği mesajı duyabiliriz..
Stres altındayken sağlıklı düşünme süreçlerimizin sekteye uğraması olasıdır. Hissettiklerimiz, sinir sistemimizin bir ürünüdür ve zorlanma anlarında ortaya çıkan yoğun duygular, bilişsel süreçlerimizin önüne geçer. Bu nedenle, yaşanan olaya dair sonuca ulaşmak için aceleci davranmamak bize epey yardımcı olur. Güven hissini yeniden hatırlamış ve sakinleşmiş bir beden; cümlelerini savaşmak veya kendini korumak için değil, anlamak ve çözüm aramak için kullanır. Bu durum, aynı oranda partnerimizin söylediklerini duyabilmemiz ve onun ne yaşadığını görebilmemiz için de geçerlidir. İçten bir iletişim, kendimizi güvende hissedebildiğimiz ve duygularımıza düşünce süreçlerimizin de eşlik edebildiği koşullarda gerçekleşir. Bu sebeple, yaşadığımız zorlanmanın içinden tepkisel refleksler vererek çıkmaya çalışmak yerine bünyemizin yeterli oranda sakinleşmesini beklememiz gerekir.
Tüm bunlarla beraber, ilişkimizin yapısının da önemli bir yeri bulunur. İlişkimize dair inançlarımız partnerimizle neyi, nasıl paylaşacağımızı etkiler. Kendi iç dünyamızı ve duygularımızı dile getirebilmemiz için ilişkimizin bizi zor zamanlarda da kapsayacağını bilmeye ihtiyaç duyarız. “İkimiz için de zorlayıcı olsa da bunun üstesinden birlikte gelebiliriz.”, “Birbirimizi anlayabiliriz.”, “Sevgilim/eşim, ona anlatmaya çalıştıklarıma önem verir, beni dinler.”, “Çatışacaksak bile bu, birbirimizi kıracağımız anlamına gelmeyecektir.”, “Konuşurken ikimiz de birbirimizin iyi oluşunu gözetiriz.” Bu gibi ifadeler ilişkimizin bizi kapsayabileceği bilgisine sahip olduğumuzu işaret eder. Bu sayede duygularımızı ifade etmek, savaş hâlinde olduğumuz birine zaaflarımızı ele vermek anlamına gelmez. Deneyimimiz kimi zaman zor olsa bile o deneyimin içinden geçmeyi bizim için kolaylaştıracak becerilere ve birlikteliğe sahip olduğumuzu biliriz.
İnançlarımız bize kendimizi açmamızı engelleyecek şeyler de söyleyebilir: “Beni yine anlamayacak.”, “Ben kendimi anlatmaya çabalarken o ilgilenmeyecek ve söylediklerime cevap vermeyecek.”, “Benden hep şikayet edecek, benim ne yaşadığımı anlaması mümkün değil.” Bu gibi birçok cümleyi art arda sıralayabiliriz. Bu ifadelerin her birinin ortak noktası ilişkide anlaşılmaya dair hissedilen ümitsizlik gibi görünmektedir. Bununla ne yaptığımız farklılaşabilir. Kimimiz içimize dönmeyi, suskunlaşmayı, duygusal ve hatta fiziksel olarak uzaklaşmayı tercih ederiz. Kendimizi korumak için duvar örer, o duvarların içinde belki görece güvende ama yalnız ve vazgeçmiş yaşamaya başlarız. Kimimiz ise anlaşılamamanın yarattığı zorlanmayla kendimizi çok daha yüksek bir perdeden anlatmaya çabalar böylece duyulabileceğimizi umarız. Sesimiz yükselir, cümlelerimiz hızlanır, bedensel hareketlerimiz büyür ve belirsizlik içinde durması giderek zorlaşan bir hâl alır. Bu iki uçtaki tepkinin biri donakalmayı ve düşük uyarıma geçmeyi, diğeri ise savaş veya kaç tepkilerini ve yüksek uyarımı tarif eder.
İlişkimizin kapsayabilme gücüne dair neler düşündüğümüzü ve ne hissettiğimizi gözden geçirebiliriz. Böylece bizi ümitsizliğe düşüren noktaların neyle ilgili olduğunu kavrayabiliriz. “Anlaşılmayacağıma veya incitileceğime nerede ikna oldum?”, “Partnerimin hangi tutumu ve davranışları benim kendimi giderek kapatmama veya yükselmeme ve üsteleyen pozisyonuna geçmeme sebep oluyor? Onun bu davranışlarını somut olarak tarif edebilmem mümkün mü?”, “Ben bu döngünün oluşmasında nasıl bir role sahibim? Partnerimin gözlerinden kendime bakmayı denersem o anlarda nasıl biri olarak görünüyorum? Konuşma şeklim, cümlelerim, jestim, mimiğim, ses tonum normale göre nasıl farklılaşıyor?” gibi sorularla, davranışlarımızın bu olumsuz döngüyü besleyen taraflarını araştırabiliriz.
Kötü hissedişimizi paylaşabilmek, ilişkimize duyduğumuz güveni besler ve iletişimimizin kırgınlıklarla engellenmemesini sağlar. Ancak bunun kadar, iyi olanı paylaşmayı sürdürmeye de ihtiyacımız vardır. Bu sayede keyifli ve yaşamsal olanı büyütebilmemiz mümkün olur. İyi gelen ve zorlayıcı duygular, aslında her zaman yakından ilişki içindedir. İyi olan deneyimlerimizi sürdürebildikçe daha güvende ve mutlu hisseder, zorlanmalarımızı da paylaşabilir hâle geliriz. Bunun azaldığı durumlar ise birbirimizden uzaklaşmamıza sebep olur. Bu nedenle hem keyifli ve güzel olanı sürdürmek için çabalamak, hem zorlayıcı olanı dile getirmeyi önemsemek, bize yardımcı olacaktır.