Bilim insanları neden arkadaşlara ihtiyaç duyduğumuzu hâlâ çözemedi. Bildikleri tek şey, arkadaşımız olmasına ihtiyaç duyduğumuz. Yıllardır yapılan çeşitli araştırmalar, arkadaşlarımızın olmasının beden ve ruh sağlığımıza çok iyi geldiğini gösteriyor. Örneğin, kısa süre önce Harvard Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre, arkadaşları olan insanların beyinlerini daha sağlıklı yaşlanıyor. Geçmişte yapılan araştırmalar ile arkadaşlık kurmanın insan ömrünü uzattığı ve sağlık problemlerinden kaçınmaya yaradığını kanıtlandı.
Arkadaşlık kurmamızın sağlığımız için iyi olmasının sebebi, arkadaşlarımızın hayatımızın direği olmaları; çünkü arkadaşlarımız en zor günlerimizde bize destek olurlar; boşanma davaları, geçemediğimiz sınavlar, kovulmalar… Ne yaşarsak yaşayalım arkadaşlarımızın yanımızda olacağını biliriz. Arkadaşların birbirlerini neden böylesine destekledikleri bilimsel olarak hâlâ tam anlamıyla net değil; ama sebebi her ne olursa olsun bunun bize iyi geldiği bir gerçek.
C.S. Lewis, arkadaş edinmeyi bir insanın bir başkasına “Aaa? Sen de mi? Bunu bir tek ben yaparım sanıyordum!” dediği an olarak tanımlar. Ne kadar da doğru bir tanım! Tüm ilişkilerin ortak bir zemine ihtiyacı vardır. Karşımızdaki insanlarla ortak noktalarımız onlarla bir bağ kurmaya başlamamız için birebirdir; ancak zaman içinde bu bağları geliştirmez, ortak noktalarımızı ilişkimizi oturtacağımız zemin olarak kullanmazsak karşımızdaki insanı bir “tanıdıktan” bir “dosta” çeviremeyiz. Madem öyle, bu hayati dönüm noktası için neye ihtiyacımız var? Ortak noktalarımız olan bir yabancıyı nasıl gerçek bir dosta çevirip onun gerçek dostu haline gelebiliriz?
Bu sorunun basit bir yanıtı yok; çünkü ilişkiler son derece komplike bağlardır. Her insan birbirinden farklı olduğu için, ilişkilerin bir kullanım kılavuzu yok. Meditasyon yaparak hem kendimizi hem de dostlarımızı daha iyi anlayabilir, kurduğumuz dostluğun zeminini daha sağlam temellere inşa edebiliriz. İşte ancak o zaman insan ilişkilerine nasıl bir bakış açısıyla yaklaştığımızı anlayıp kendi ilişkilerimizi keşfe çıkabiliriz.
Dostluklarımızda ve arkadaşlıklarımızda devreye giren faktörlerden ilki benzerlik. Karşımızdaki insanla ortak noktalarımızı bulmak yalnızca iyi bir başlangıç noktası olmaktan ibaret değil; aynı zamanda karşımızdaki kişiyi tanımamızın da bir yolu. Onunla çok çeşitli benzerliklerimiz olabilir; hayata bakış açımız, değerlerimiz, ilgi alanlarımız, yaşımız, cinsiyetimiz, sosyo-ekonomik durumumuz… Bu gibi benzerlikleri yakalayarak arkadaşımızı daha iyi tanımaya başlayabiliriz. Benzerlikler buldukça sanki onu daha önceden tanıyormuşuz gibi hisseder ve onun hakkında daha çok şey öğrenmek isteriz. Bulup üstünde düşündüğümüz bu benzerlikler arkadaşımızın bizden farklı olduğu noktaları daha kolay kabullenmemizi sağlar. Benzerliklerimiz, arkadaşımızı zaman içinde daha iyi tanımamız için de iyi bir motivasyon haline gelir. Onu tanımaya ne kadar açık olursak o kadar derin bağlar kurabilir ve arkadaşımızla ne kadar derin bağlar kurarsak onunla o kadar iyi dost olabiliriz.
Devreye giren ikinci faktöre gelince… Her sağlıklı ilişkinin temelinde güven yatar. Ama güven bir anda kazanılan bir şey değil. Arkadaşımızın güvenini kazanmak ve ona güvenebilmek için zamana ihtiyaç duyarız. Bir insanın güvenini kazanmanın en iyi yolu onun karşısında savunmasız olabilmektir. Güven dolu ilişkiler istiyorsak karşımızdaki insana kendimizi açmaya hazır olmalıyız. Onlarla hakkımızda başkasından öğrenemeyecekleri şeyleri paylaşmaya ve dolayısıyla canımızın yanması riskini göze almaya hazır olmalıyız; duygularımız, düşüncelerimiz, ayrılıklarımız ya da geçmiş anılarımız… Kendimizi arkadaşımıza ne kadar açarsak o kadar savunmasız kalırız. Bu şekilde arkadaşımıza açık ve net bir mesaj veririz: “Sana bunları seninle paylaşacak kadar güveniyorum. Canımı yakmayacağına güveniyorum.”
Arkadaşlarımıza güvendiğimizde ve onun karşısında savunmasız kalma riskine girdiğimizde o da bize güvenmeye, aynı riski almaya başlar. Böylece onun hayatının bir parçası haline gelir, güvenini kazanırız. Eğer insanlarla bağ kurmakta zorlanıyorsak ve ilişkilerimizin yüzeysel olduklarını düşünüyorsak o zaman güven ve savunmasızlık üstüne çalışmamız gerekir. Arkadaşlarımıza kendimizi ne kadar açıyoruz? Arkadaşlarımızın hayatlarını ne kadar paylaşıyoruz? Eğer bunları yeterince yapmadığımızı düşünüyorsak o zaman kendimizi daha fazlasını paylaşmaya zorlamanın vakti gelmiş olabilir.
Sağlıklı ilişkilerin bir diğer olmazsa olmazı mütekabiliyet. Bu, kendini ve hayatını arkadaşınla paylaştığın kadar arkadaşının da seninle kendisini ve hayatını paylaşması demektir. Arkadaşınla bir kahve içmeye vakit ayırmak, onun acılarını ve mutluluklarını paylaşmak, arkadaşının da sana eşit derece zaman ve emek ayırması… Uzun lafın kısası mütekabiliyet verdiğin kadarını almak ve aldığın kadarını vermektir.
Bir an dur ve düşün. Arkadaşınla olan ilişkinde hep veren tarafın sen olduğu bir dinamik var mı? Vaktini ve enerjini arkadaşın için sarf eden tek taraf sensen eğer, kendinle ilgili hiçbir şey paylaşmayıp yalnızca arkadaşının endişelerini, kaygılarını ve başarılarını dinliyorsan bu sence sağlıklı bir ilişki mi? Peki ya, durum tam tersi ise ve bir ilişkide daima alan taraftaysan karşındaki insana iyi bir arkadaş olduğunu söylenebilir mi?
Her iki durum da arkadaşlıkların dengesini bozar, iki taraftan birinin izole edilmiş gibi hissetmesine sebep olur. Gerçekten böyle hissetmek istiyor muyuz? Ya da arkadaşlarımıza bu hissi yaşatmak istiyor muyuz? İstemiyorsak bu durumu nasıl değiştirebiliriz?
Gerçek şu ki, ailelerimizi seçemeyiz ama arkadaşlarımızı seçebiliriz. Bazı arkadaşlarımız bizim ikinci ailemiz haline gelirler. Böyle arkadaşlıklar kurmak için arkadaşlarımızla zaman geçirmek yetmez; zor zamanlarda onların yanında olmamız, bazen hiçbir şey demeden sessizce onlara destek olmamız, yalnız olmadıklarını hissettirmemiz, başarılarını kutlayıp mutluluklarını paylaşmamız gerekir. İnsanlarla ve arkadaşlarımızla iletişim kurmakta zorlanıyorsak ilişkilerimizin yapısı üstüne düşünmemizin vakti gelmiş demektir. Bir anlığına otur ve arkadaşlıklarını düşünerek bir meditasyon yap. Ne kadar dengeli arkadaşlıkların var? Bir arkadaşına en son ne zaman gerçekten destek oldun ya bir arkadaşın sana en son ne zaman destek oldu? Arkadaşının kıymetini bilmediğin oldu mu? Bunu çözmek istiyorsan şükran meditasyonları tam aradığın şey olabilir. Bir arkadaşın olduğu için en son ne zaman şükrettin ya da teşekkür ettin? En son ne zaman arkadaşınla neler hissettiğini paylaştın?
Arkadaşlarımızla ilişkilerimizi çözümlememize şefkat meditasyonları da yardımcı olabilir. Başka insanlara şefkatle yaklaşabiliyor musun? Bir arkadaşın sana dert yandığında ne yapıyorsun? Anlattıklarını halının altına süpürüp görmezden gelmesini mi sağlamaya çalışıyorsun? Yoksa arkadaşınla uzun uzadıya konuşup sorunun köküne mi inmeye çalışıyorsun? Arkadaşını gerçekten dinleyip ona destek oluyor musun? Onun neye ihtiyacı olduğunu anlayıp ona göre tepki verebiliyor musun? Eğer bunlarda zorlanıyorsan nasıl daha şefkatli olabileceğin üstüne meditasyon yapıp başkalarını nasıl daha iyi anlayabileceğin hakkında düşünmek sana iyi gelebilir.
Arkadaşlarımızla ne gibi problemler yaşarsak yaşayalım hep daha iyisini yapabiliriz. Tek yapmamız gereken daha açık olup daha iyisini yapmaya çalışmak. Kendi ilişkilerimizde nasıl olduğumuzu, kendimizi de arkadaşlarımızı da yargılamadan görmemiz gerekir. Daha da önemlisi, arkadaşlarımızla açık olup hislerimizi olduğu gibi anlatabilmek; çünkü dostluklarımızı ancak bu şekilde ileriye taşıyabiliriz.