Aynaya baktığında ne görüyorsun? Aynaya bakarken bedenin hakkında düşündüklerin, hissettiğin duygular, beliren fiziksel duyumlar ve genel olarak bedenine karşı davranışların senin beden algını oluşturuyor. 5 dakika boyunca ayna karşısında vakit geçir ve daha sonra bu deneyiminden sende kalanları kağıda dök. Örneğin bu bir düşünce ise “Keşke yüzüm daha pürüzsüz olsa.”, bir duygu ise “‘Hayal kırıklığı hissediyorum”, bir duyum ise “Belim ağrıyor, omuz kaslarımın gergin olduğunu hissediyorum.” veya bu bir davranış ise “Yiyeceklerimi kısıtlamam gerekiyor, yemeyi hak etmek için egzersiz yapmam gerekiyor.” gibi cümleler yazabilirsin. Tüm yazdıklarını yüksek sesle oku. Kendine karşı nasıl bir dil kullanıyorsun? Yapıcı mı yoksa yıkıcı mı? Cümlelerindeki ses tonun nasıl? Odaklandığın şeyler olumlu mu olumsuz mu? Veya hem olumlu hem olumsuz, daha nötr bir açıdan mı bakıyorsun? Peki, bedenin tümüne mi odaklanıyorsun yoksa bazı bölgelerine mi? Bedeninin nasıl göründüğü ile mi ilgileniyorsun yoksa hayatına nasıl faydalar sağladığına mı? Bu cümleleri sevdiğin bir arkadaşına da kurar mısın?
Birçoğumuz aynaya baktığımızda kendimizi sevmediğimiz, değiştirmek istediğimiz yönlerimizi eleştirirken buluruz. Bunu yaptığımızı bazen fark ederiz bazen de farkına bile varmayız. Bir süre sonra ise bu yaklaşım biçimi otomatikleşir ve alışkanlık bir hâline dönüşür. Yani her aynaya baktığımızda kendimiz ile ilgili olumsuz bir şey bulmak adeta rutinimiz hâline gelir ve normalleşir. Ne var ki bu durum, bedenimizle olan bu ilişkimizi yıpratabilir ve zaman içinde bizi bedenimize yabancılaştırabilir. Bu sebeple kendimiz ve bedenimiz ile daha cılız bir bağ kurmaya başlarız. Bununla beraber yaşadığımız dönemdeki dış etmenler de bu bağın azalmasına sebep verebilir: diyet kültürü, aşırı zayıflığı bir rol model hâline getirmek, kalori yakımı sayan teknolojik cihazlar, sosyal medyadaki zayıflamaya yönelik sağlık dışı paylaşımlar ve kıyasalama fotoğrafları da ne yazık ki beden algımızın bozulmasına ve bedenimiz ile olan ilişkimizin zarar görmesine sebep verebiliyor.
İşte “Body Positivity” de tam da bu etkileri tersine çevirmek adına başlayan bir akım. Bu akım ilk defa Connie Sobczak and Elizabeth Scott, LCSW tarafından 1996 yılında başlatılmış. Türkçeye “Beden Olumlama” olarak çevriliyor. Beden Olumlamayı şöyle tanımlayabiliriz: Sahip olduğun bedeni yaşamın boyunca farklı sebeplerden ötürü maruz kalabileceği her türlü değişime karşı koşulsuz olarak kabul etmek ve sevmek. Bu değişimler, kilo ve boyumuzdaki değişimler olabileceği gibi aynı zamanda yaşlanmak, esneklik, bedensel engeller ve hareket kısıtlamalarını da kapsamaktadır.
Geçtiğimiz senelerde artan beden algısı problemleri ve yeme bozuklukları ile mücadele etmeye yönelik “Beden Olumlama” akımına karşı da yoğun bir ilgi başladı. Özellikle son yıllarda sosyal medyada da popüler bir akım hâline gelmesiyle beraber beden algısı üzerinde olumlu değişimler gözlemlenmeye başlandı. Bu konuyla ilgili mesajlara, paylaşımlara ve birçok farklı sektörlerdeki çalışmalara sıklıkla rastlıyoruz. Tüm bu değişimler, uzun vadede daha köklü değişimler için bize umut veriyor.
Bazılarımız için “Kendini sev. Bedenini sev.” mesajları ütopik gelebilir veya bu mesajları duyduğunda zihninde “Çok isterim ama nasıl? Nereden başlayacağım?” gibi sorular belirebilir. Bazılarımız ise bu pozitif mesajları okuduğunda kendini daha yalnız, çaresiz ve bedenine yabancı hissedebilir çünkü bu, bulunduğu noktadan çok uzak ve neredeyse imkânsız bir hedef gibi gözükebilir. Eğer sen de böyle düşünüyorsan yalnız değilsin. Şunu unutmamalıyız ki, bedenimizi sevmek bir süreç.. Yani bedenimizi sevmeye giden yolda adım adım aşacağımız bazı basamaklar var. Yani eğer sen de kendine: “Acaba bir gün bedenimi olduğu hâliyle, şartsız bir şekilde sevgi ve aşkla kucaklayabilecek miyim?” diye soruyorsan cevabım:
Elbette ki bu mümkün ama, adım adım.
O hâlde hazırsan en baştan başlayalım:
Bedenimizi sevmenin bir süreç olduğundan bahsettik. Buna “beden imajı spektrumu” da diyebiliriz.
Aşağıdaki sorular sana bu spektrumda nerede olduğun hakkında bir yol gösterici olabilir. Bu soruları cevaplarken amacımız bedenimiz ile ilişkimiz hakkında daha çok bilgi edinebilmek. Dolayısı ile cevaplarını yargılamaktan veya doğru/yanlış gibi etiketlemekten kaçınarak kendine merak, ilgi ve şefkatle yaklaşman güzel bir başlangıç olabilir.
Sorular:
Bedenimin temel ihtiyaçlarını karşılıyor muyum? Örneğin: hijyen, besin, uyku gibi…
Katı diyetler, egzersizler veya başka yöntemler ile vücudumun sağlığını göz ardı ediyor muyum?
Bedenimin bana açlık, tokluk ve tatmin ile ilgili verdiği sinyalleri dinliyor ve onurlandırıyor muyum?
Bedenimi sıkmayan, içinde kendimi rahat hissettiğim kıyafetler giyiyor muyum?
Bedenimi başkalarının bedenleri ile kıyaslıyor muyum?
Bedenimle konuşurken nasıl cümleler kuruyorum (Yapıcı mı, yıkıcı mı yoksa nötr bir dil mi kullanıyorum?)
Bedenimin bana sunduğu imkânları fark ediyor ve şükür ediyor muyum?
Bedenimi olduğu hâliyle kabul edebiliyor muyum?
Bedenimin genetik yapısına saygı duyuyor muyum?
Bedenim ile barışık mıyım?
Bu bedenin bana ait olmasından dolayı gurur duyuyor muyum?
Bedenimi ve görüntümü her koşuldan bağımsız bütünüyle seviyor muyum?
Bir yolculuğa çıkarken varış noktasına nasıl ulaşacağımızı bulabilmek için önce başlangıç noktasını belirlememiz gerekir. Spektrumda nerede olduğumuzu bilmek, bize bedenimizle olan ilişkimizi iyileştirmeye nereden başlayacağımız hakkında önemli bir farkındalık kazandırıyor. Bu sayede bu süreçte bizi nelerin beklediğini daha net görebiliyor ve gelişimimizi de çok daha sağlıklı ölçebiliyoruz.
Bu süreci sana bir metafor ile anlatmak isterim: Bedenimizi boş bir bahçe olarak düşünelim. Bedenimizi sevme yönünde attığımız her bir “adım” bir “sevgi tohumu” olsun. Önce bu tohumları özenle bahçemize ekeceğiz. Daha sonra bu tohumları sevgiyle ve şefkatle besleyeceğiz. Rüzgârlar ve zorlu hava şartlarına karşı onu koruyacağız, zarar görmemeleri için elimizden geleni yapacağız. İşte o zaman ektiğimiz bu sevgi tohumları ileride çiçekler açacak. Bir gün gelecek onların rengârenk, mis gibi bir sevgi bahçesine dönüştüğünü fark edeceğiz. Böylece baktıkça sadece ne kadar güzel olduğunu değil, aynı zamanda bu bahçeye sahip olabilmek için verdiğimiz emekleri, gösterdiğimiz çabayı ve yolculuğumuzu da hatırlayacağız.
“… ve usulca bedenime dedim ki ‘Arkadaşın olmak istiyorum.’ Derin bir nefes aldı ve şöyle cevap verdi: Tüm hayatım boyunca bu anı bekledim.” Nayyirah Waheed.
Yazının geri kalan kısmında önce sevginin önündeki engellere bakacak daha sonra da bu engelleri aşabilmek için yapabileceklerin hakkında öneriler bulacaksın. Yani aslında sana ekebileceğin sevgi tohumları sunacağım. Bu tohumları ekmek, beslemek ve büyütmek elbette ki senin elinde.
Tartılar “değer” değil, “ağırlık” ölçer. Tartının üzerinde gördüğümüz sayı da bizim değerimizi değil sadece vücut ağırlığımızı gösterir. Tartıdaki sayılar değişkenlik gösterebilir ama bu değerimizin değiştiği anlamına gelmez. Bunlar birbirinden bağımsız, apayrı iki kavramlar. Bizler olduğumuz her hâlimizle tüm sayılardan bağımsız özel ve değerliyiz. Aksi takdirde bir çuval soğan dünyadaki herkesten daha kıymetli olurdu. İşte bu ne kadar olanaksız ise bizim kendi değerimizi tartıda ölçmemiz de bir o kadar olanaksız. Biz insanları değerli yapan şeyler sayılarla ölçülebilecek şeyler değil. Peki, nedir bizleri değerli yapan şeyler? Kendimize, hayatımıza, sevdiklerimize ve dünyaya kattıklarımız, çabamız, emeğiz, ürettiklerimiz, nezaketimiz, yardımseverliğimiz, çalışkanlığımız, aktivitelerimiz, başarılarımız, yeteneklerimiz ve çevremizdekilerle kurduğumuz ilişkilerimizi sayısız örnekten birkaçı olarak gösterebiliriz. Aç bir sokak kedisini beslemek de insanlığın sağlığı için çok önemli olan bir aşıyı bulmak da seni değerli kılar. Özetle, iyi niyetle yaptığın her şey seni değerli kılar.
Tohum Önerisi:
Bazen bizi asıl değerli kılan şeylerin neler olduğunu unutabiliyoruz. Böyle durumlarda kendimize minik notlar yazı, aynaya, bilgisayarımıza, buzdolabının üstüne hatta belki de tartıya bu notları yapıştırmak güzel bir hatırlatma yöntemi olabilir. Soru: Kendimde en çok sevdiğim, beğendiğim veya gurur duyduğum 3 özellik nedir?
Sevdiğimiz bir elbiseyi, bluzu, pantolonu giymek için kendimize koşullar koyarız. ‘’Şu kiloya düşersem bu elbiseyi giyeceğim.’’, ‘’Zayıfladıktan sonra alışverişe çıkacağım.’’ gibi belirli şartlar ile kıyafet seçimlerimize kısıtlamalar getiririz. Oysa ki hepimiz güzel giyinmeyi sever ve isteriz. Hepimiz sevdiğimiz şeyleri giydiğimizde içinde kendimizi daha mutlu, güvenli, rahat ve keyifli hissederiz. Aslında bu bizim bedenimize ve kendimize gösterdiğimiz bir öz bakım yöntemidir.
Tohum Önerisi:
İçinde rahat hissettiğin ve sevdiğin bir kıyafeti kendine hediye et. Kıyafetinle aynanın karşısına geç ve 1 dakika boyunca kendine gülümse. Kendine bu nazik jestin için teşekkür etmeyi unutma.
Mükemmeliyetçilik kendimiz ve bedenimize duyduğumuz sevginin önündeki belki de en büyük engellerden birisi. Bir türlü varılamayan hep bir sonraki durak gibi… Mükemmel olmak ile potansiyelimize ulaşmaya çalışmak arasındaki farkı anlayabilmek önemli. Potansiyelimize ulaşmak, “elimizden gelenin en iyisini yapmak” ve sonuçtan tatmin ve mutlu olabilmek demektir. Mükemmel olmaya çalışmak ise “en doğru, en hatasız, en zayıf, en güzel, en kusursuz, en başarılı, en iyisi” olmak için durmaksızın debelenmek ve bunların biri veya tümü gerçek olmaz ise hayal kırıklığı, başarısızlık ve yetersizlik hisleri yaşamak demektir. Yani mükemmeliyetçilik, sağlıklı ve ulaşılabilir bir hedef değil. Yapılan birçok araştırma, mükemmeliyetçiliğin stres ve endişe seviyemizi artırdığını gösteriyor. Ayrıca yeme bozukluğu olan bireylerin birçoğunda da mükemmeliyetçi düşünce yapısı gözlemleniyor. O hâlde kendimiz ve bedenimizle daha huzurlu ve uyumlu bir ilişki kurmak istiyorsak içimizdeki mükemmeliyetçi ses ile orta bir yol bulmayı deneyebiliriz.
Tohum Önerisi:
Kendine koyduğun hedeflerini tekrar gözden geçirebilirsin. Potansiyelimize ulaşmaya çalışırken ılımlı hedefler koyarsak hedeflerimize giden yolculukta motivasyonumuzu kaybetmez ve vardığımız yerden keyif ve tatmin alabiliriz. Soru: “Mükemmele odaklanmak yerine, elimden gelenin en iyisini yapıyor olmanın iç huzurunu deneyimleyebilir miyim?”
“Bir çiçek yanındaki çiçek ile rekabet etmez, sadece açar.” diyor Zen Shin. Hepimizin hayatı özel bir çiçek bahçesi gibi. Başkalarına bakarak, onları inceleyerek, onlara benzemeye çalışarak değerli enerjimizi bir başkasının bahçesini sulayarak harcamış oluyoruz. Ona harcadığımız zaman ve enerjiyi kendi bahçemizi güzelleştirmek için kullanırsak kendimizle daha mutlu bir ilişki içinde olabiliriz.
Tohum Önerisi:
Kendimizi başkaları ile kıyaslamak yerine hayatımızda sahip olduklarımıza odaklanmak ve onlardan minnet duymak kendimizi daha iyi ve yeterli hissetmemizi sağlıyor. Ayrıca öz değerimizi de artırıyor. Yani aslında bedenimizle ve kendimizle daha güzel bir ilişki kurabilmenin yolu da eksiklerimizden ve sahip olamadıklarımızdan ziyade sahip olduğumuz pozitif ve güçlü özelliklerimize odaklanmaktan geçiyor. Soru: “Kendimde ve bedenimde sahip olduğum için minnet ve gurur duyduğum şeyler neler?”
Düşüncelerimiz doğrudan duygularımızı etkiliyor. Bedenimiz hakkında yaptığımız yorumlar ve içsel konuşmalar kendimize karşı kızgınlık, utanç, üzüntü, suçluluk gibi duygular hissetmemize sebep verebiliyor. Elbette kendimizi zaman zaman eleştirebilir veya beğenmeyebiliriz, bu doğaldır. Buradaki önemli nokta ise eleştirinin tonu. Yani aslında bizi üzen ve yıpratan eleştirinin kendisi değil, eleştirinin tonunun yargılayıcı veya yıkıcı olmasıdır. Daha yapıcı eleştiriler yapmak, kendimize karşı gösterdiğimiz şefkati de artırıyor. Kendimize şefkatle yaklaştığımızda ise kendimiz ve bedenimizle kurduğumuz ilişki de iyileşmeye başlıyor.
Tohum Önerisi:
Bizler sevdiğimiz insanlara karşı cümlelerimizi özenle seçerken, kendimize karşı daha sert eleştirilerde bulunuruz. Bedenimizle olan ilişkimizi iyileştirebilmenin en önemli parçalarından biri öz şefkattir. Soru: “Bedenimle, çok sevdiğim bir arkadaşımla konuştuğum gibi konuşabilir miyim? Bu anlayışımı ve şefkatimi ses tonuma, cümlelerime, bakışlarıma ve düşüncelerime yansıtabilir miyim?”
Hayatımız bir yolculuk. Öğrenmek, gelişmek ve büyümek bir ömür boyu sürüyor. İşte bu yüzden, yolculuğun kendisi bazen vardığımız varış noktasından daha önemli ve değerli olabiliyor. Bunu tatile giderken geçirdiğimiz araba yolculuğu gibi düşünebilirsin. Elbette ki istediğimiz yere varmak bize keyif verir ama gidene kadar o yoldaki araba sohbetleri, manzaralar, karşılaştığımız birtakım zorlukların üstesinden gelişimiz, maceralarımız da bu tatilin bir parçası değil midir? Hatta genelde hikâyelere konuk olan asıl o yolculukların kendisi değil midir? Ancak yaşadığımız dönemde bir çok şey hedef odaklı ve bu nedenle bizler de “haticeye değil neticeye bakar” olduk. Diyetler, spor antrenmanları, sosyal medyadaki mesajlar ve iş dünyası genellikle hedef odaklıdır. Oysaki hedefin kendisine ulaşmak kadar oraya nasıl gittiğimizin de önemi büyüktür.
Tohum Önerisi:
Yolculuklarda mola vermek önemlidir. Bu sayede hem yolun geri kalanı için ihtiyacımız olan enerji ve motivasyonu toplamış oluruz hem de bulunduğumuz anın, olduğumuz yerin keyfini çıkarabiliriz. Unutmayalım ki “mutluluk” sadece yolun sonundaki hedefe varmak değil, aynı zamanda bu yolculuktaki güzellikleri fark edebilmek ve karşılaştığımız güçlüklerle de mücadele edebilmektir. Bu süreçte aştığımız tüm zorluklar, gösterdiğimiz çaba, verdiğimiz emek ve elimizden geleni yapmak başarının birer parçasıdır. Soru: ‘Bugün olduğum yere gelebilmek için hangi yollardan geçtim? Tüm emek ve çabam için kendime teşekkür edebilir miyim? Bugün olduğum hâlimle “yeterli” olabilir miyim?’
Bugün ekeceğin tohumlar ileride çiçek açacak, meyveler verecek. Sen de bizimle hayalindeki bahçeyi paylaşır mısın?