Albert Camus “Dünyayı anlamak istiyorsak arada sırada ondan uzaklaşmamız gerekir,”der. Yalnız kaldığımız anlar günün ve tepkilerimizin üstünden geçebileceğimiz anlardır aslında. Duygularımızı, endişelerimizi, düşüncelerimizi, arzularımızı inceleyebiliriz. Tüm bunlar, biz onları inceledikçe berraklaşır. Ancak çoğumuz yalnız kalmanın yalnızlık çekmek ya da mutsuz olmak demek olduğunu düşünürüz. Yapılan yeni araştırmalara göre dünyadaki her dört kişiden biri “yalnızlık”çekiyor. Çeşitli ülkeler, bir yalnızlık salgınıyla karşı karşıya olduğumuzu iddia ediyor. Gerçekten öyle mi? Belki de asıl problem yalnızlık çekmemiz değil; yalnız kalmanın ne demek olduğunu anlayamamamız ve dolayısıyla onu ve kendimizi gerektiği gibi kucaklayamamamızdır.
Başkalarıyla ve daha da önemlisi kendimizle gerçek bir ilişki kuramadığımızda kalabalığın ortasında olsak bile, yalnızlık çekeriz. Bazen benliğimizden o kadar kopmuş hissederiz ki, yanımızda biri olmadığında konuşacak kimsemiz olmadığı yanılgısına kapılabiliriz. Yazar Hannah Arendt der ki; “Düşünmek, varoluşsal bir açıdan bakacak olursak yalnız yapılan ama insana yalnızlık çektirmeyen bir aktivite; yalnız kalmak insanın kendi kendine arkadaşlık ettiği insani bir durum.”
Kendimizle sohbet edip iç dünyamızı keşfedebilir, kim olduğumuzu daha iyi anlayabiliriz. İş veya okul ile ev arasında gidip gelirken yalnız hissettiğimiz anlar elbette oluyor. Gün içinde oradan oraya koşturuyor, yapılacaklar listesini elimizden hiç düşürmüyoruz. Çevremizdekilerle derin sohbet etmek bir yana, bazen selam verecek vaktimiz bile olmuyor. Akşamları eve dönünce yemek yapıp ya televizyonu açıyoruz ya da sosyal medyaya gömülüyoruz ve buna sosyalleşmek diyoruz. Dikkatimizi dağıtarak yalnız kalmaktan köşe bucak kaçıyoruz. Yani kendimizden kaçıp bunun farkına bile varamıyoruz. Duruma öylesine alışıyoruz ki yalnız kalmayı, yalnızlık çekmekle özdeşleştirebiliyoruz.
Tabii ki dışarı çıktığımız, yemek yediğimiz ya da bir şeyler içtiğimiz zamanlar da oluyor. Ama bir an durup düşün; böyle zamanlarda arkadaşlarınla neler konuşuyorsun? Çoğu zaman çok da derin olmayan sohbetlere saatlerimizi harcayabiliyoruz. Bu konuda kendini yargılama, bunu hepimiz yapıyoruz. Bu sohbetlerin arasında aklımızda ve kalbimizde olup bitenleri nadiren gerçekten anlayabiliyoruz. Kaygılarımızın ya da çektiğimiz acının, yüzleştiğimiz zorlukların içine dalmıyoruz. Dalıp bunları karşımızdakilerle paylaşsak bile bazen sadece anlayışlı bir gülümsemeyle karşılaşabiliyor ya da sırtımızın sıvazlanıp yüzümüze “bu da geçer” denmesiyle yetinebiliyoruz.
Aklımız bunları “sosyalleşmek” olarak yorumlasa da bu durumlarda gerçek ilişkiler kuramıyoruz. Başkalarını sevmeden önce nasıl kendimizi sevmemiz gerekiyorsa yalnızlığımızı dikkat dağıtıcı aktivitelerle geçiştirmeye çalışmadan önce kendimizle isteyerek zaman geçirmeyi öğrenmemiz gerek.
Başkalarıyla gerçek ilişkiler kurmak ve hem yalnızlık çekmekten hem de hoşnutsuzluğumuzdan kurtulmak istiyorsak yalnızlıkla olan ilişkimizi değiştirmemiz bizim için sağlıklı olacaktır. Gerçek
Gerçek ilişkilere alan açmak için yalnız olmanın ne demek olduğunu ve kendimizle olan ilişkimizi yeniden tanımlamamız gerekebilir.
Hepimiz zaman zaman öfke, korku, yalnızlık gibi zor duygular yaşarız. Korkarız, çünkü korku tehlikeden kaçmamızı sağlar. Öfkeleniriz, çünkü öfke bizi düşmanlarımızla savaşmaya iter.
Kendine şunu sorabilirsin: Neden yalnızlık çekebiliyorsun? Başkalarıyla ilişki kurma arzusunu neden duyuyoruz? İnsanlar yüzyıllarca gruplar, kabileler kurarak hayatta kaldılar. Taht Oyunları’ndan bir alıntı (yaparsak): “Kış geldiğinde yalnız kurt ölür ama sürü hayatta kalır.” Kışları, zor koşullarda hayatta kalabilmek için başkalarına ihtiyaç duyarız. Bir kabileye, aileye, arkadaşlara… Geçmişte insanlar 150-200 kişilik kabileler kurarlardı. Bir kabilede herkes herkesi bilirdi çünkü herkes bir ötekini tanır, birbirine dayanırdı. Birbirleriyle bilgi alışverişi yapıp deneyimlerini, düşüncelerini ve duygularını paylaşırlardı. Bildiklerini onlardan sonra gelen nesillere aktarırlardı. Peki o zamandan bu zamana ne değiişti? İnsanlarla ilişki kurma arzumuz hala var. Başkalarıyla ilişki kuramadığımızda yalnızlık çekmeye başlayabiliyoruz. Ama ya yalnızlık çekemeseydik? Bir an için yalnızlık diye bir duygunun var olmadığını hayal et. Bu durumda çıkıp başkalarıyla vakit geçirme ihtiyacı duyar mıydın?
Yalnızlık çekmek tedavisi olmayan bir hastalık değil. Yalnızlık hissiyatının neden kaynaklandığını iyi anlamamız gerekir, sadece bunu iyice anladıktan sonra harekete geçebiliriz. Bu süreçte kendimizi olduğumuz gibi kabul etmemiz ve başkalarına güvenmek için küçük adımlar atmamız gerekebilir. Bakış açıları bizi oluşturmaz. Zamanın da yardımıyla değişip dönüşmek mümkün. Yeter ki biraz çaba gösterelim.
Merhaba ve teşekkürler, tam da yaklaşık bir yıldır sorguladıklarıma yanıt olmuş yazınız. Uzun bir zamandır yalnızken ( çoğunluklar içindeyken de hissettiğim ) ve sonrasında da ‘ kendimle baş başayım , yalnız değilim ‘ ; mutluyum ‘ sonucuna vardığım sürecin içindeyken karşılaştım bu muhteşem yazınızla, sevgilerimle teşekkürlerimi gönderiyorum.
Asıl biz bu muhteşem yorumun için çok teşekkür ederiz. Yazımızın böylesine güzel bir bakış açısına kavuşmana vesile olmuş olmasına çok sevindik. Umarım sana hep böyle yeni bakış açıları, sana yeni yollar, çözümler sunabilecek fikirler sunabiliriz.