Rekabetin çok yüksek olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bu durum hayatımızın her alanına, sabah işe gidişimizden eğitim sistemimize ve hatta romantik ilişkilerimize kadar işliyor. Ama etkilerini belki de en çok iş hayatımızda hissediyoruz. Rekabetçi ve üretim odaklı iş kültürümüz bazı iş ortamlarını son derece gergin, nasıl hareket edeceğimizi bilemediğimiz bir ortama dönüştürmüş durumda. Bazılarımızın çalıştığı ortamlar o kadar zorlu ki, nefes alamıyormuş gibi hissetmemize sebep olabiliyor. Böyle işyerleri çok stresli olduğundan günlük yaşantımızı ve hatta sağlığımızı bile etkileyebiliyor. Aslında böyle ortamlar yalnızca stresli de değil aynı zamanda zehirli. Bu yüzden de, bu ortamlarda nasıl ayakta kalacağımızı, yolumuzu nasıl bulacağımızı ve ne zaman çıkışa yöneleceğimizi bilmemiz çok önemli.
Zehirli bir iş ortamı kaosun hakim olduğu bir ortamdır. Bu ortama aşırı öfkeli bir patron da sebep olabilir, kindar iş arkadaşları da… Ya da insanı hayrete düşürecek bir düzensizlik de olabilir. Sebebi her ne olursa olsun, zehirli bir iş ortamıyla baş etmek zordur. Çünkü böyle bir ortam, çalışanlarını etkisi altına alıp, yaptıkları işi sevip iyi bir şey yapmak isteseler bile, motivasyonlarını onlardan çalar; üretkenlik ve yaratıcılıklarını kaybettirir. Çalışanlarının öyle bir strese girmelerine sebep olur ki insanlar bir süre sonra işe gitmek istememeye, işten de stresli dönmeye başlarlar.
Kendimizi böyle bir ortamın içinde bulduğumuzda elbette yapabileceğimiz en iyi şey burayı terk etmek. Ancak bunu yapmak her zaman mümkün olmayabilir. Bazen olduğumuz yerde sıkışıp kalabiliyoruz – en azından o anlık. Fakat bu mutsuz olmamız gerektiği anlamına gelmiyor. Mutsuzluğumuz içinde olduğumuz durum kadar ona verdiğimiz tepkiden de kaynaklanabilir. Zehirli bir iş yerinde sıkışıp kalmış olabiliriz ama ona nasıl bir tepki vereceğimizi seçme gücüne sahibiz. Başka bir deyişle, bakış açımızı değiştirip deneyimimizin olumlu yanlarını bulabilir, bulunduğumuz ortamın bizi etkilemesine izin vermemeyi seçebiliriz.
Zehirli bir ortamdayken genelde etrafımız olumsuzluklarla sarılı gibi hissederiz. Kendimize has, teselli bulabileceğimiz, bir anlığına dahi olsa yalnız kalabileceğimiz güvenli bir alanımız olması bu yüzden önemli. Eğer bir masamız, kendimize ait bir bölümümüz veya ofisimiz varsa orayı bize güvende olduğumuzu ve sevildiğimizi hissettirecek objelerle dekore etmeliyiz. Etrafımızı fotoğraflarla, çizimlerle, sevdiğimiz küçük objelerle – mesela çevremizdeki insanların aldığı manevi hediyelerle – doldurmak bize hayatımızın işten ibaret olmadığını anımsatacaktır. Bu objeler sıkışıp kaldığımız ortamlara rağmen hayatımızda güzel, pozitif şeyler olduğunu da hatırlamamızı sağlayacaktır.
Eğer böyle dekore edip sığınabileceğimiz bir yer yoksa gün içinde tek başımıza soluklanabileceğimiz başka bir güvenli alan bulabiliriz. Bu, işyerinin yakınında öğle yemekleri için gittiğimiz bir kafe, ofisimizin etrafında yürüyüşe çıktığımız bir yol veya bulunduğumuz binanın çatı katı bile olabilir. Bulunduğumuz olumsuz ortamdan kaçabileceğimiz bir yer bulmak daha olumlu bir ruh haline geçmemize yardım edecektir.
Bulunduğumuz ortamın zehrinden etkilenmeye başladığımızda mola vermeyi bilmek çok önemli. İşyerinde çok streslendiğimizde, iş arkadaşlarımızın bize çok yüklendiğini hissettiğimizde, üstlerimiz her zamankinden agresif davranmaya başladığında, kısacası kötü hissetmemize sebep olan herhangi bir şey olduğunda derin bir nefes alıp bir süreliğine arkamıza yaslanmalıyız. Birkaç nefes egzersizi ya da meditasyon yapmak bize yardımcı olacaktır. Kendi kendimize bu anın geçeceğini, sonsuza dek burada olmayacağımızı hatırlatmalıyız. Hayatımızdaki güzel, minnettar olduğumuz şeyleri anımsayabilir, bunların bir listesini çıkarabiliriz. Kalbimizin ne kadar hızlı attığına, nefes alış verişlerimize dikkat etmeli, düşüncelerimizi gözlemleyip ne zaman olumsuz fikirlerin aklımıza geldiğini görmeye çalışmalıyız. Bu düşüncelerden ve bulunduğumuz ortamdan ibaret olmadığımızı aklımızdan çıkarmamalıyız. Her ne olursa olsun değerli ve özel olduğumuzu unutmamalıyız.
Etrafımızdaki dünyayı nasıl göreceğimizi biz seçeriz. İstersek hayatımızdaki olumsuzluklara odaklanmayı seçebiliriz, ki bunu yapmak zehirli bir işyerinde fazlasıyla kolay olur. Ama etrafımızdaki olumlu, güzel şeylere odaklanmak da bir seçenek. Gördüğümüz, yaşadığımız güzel şeyleri fark etmeyi, kendimize hatırlatmayı unutmamalıyız. Güzellikleri görmezden gelmeyip, çevremize gözlerimizi kapatmamayı seçebiliriz. Aksi takdirde benzer şeyleri yaşadığımız, bizi anlayıp destekleyebilecek yeni bir dost kazanma fırsatını kaçırabiliriz. Hayatımızda keyif alabileceğimiz her şeyden, o anda keyif almaya özen göstermeliyiz.. Bu, gün batımını izlemek ya da kahveden içimizi ısıtan bir yudum almak bile olabilir.
İşyerimizdeki dramı eve taşımamalıyız ama bu elbette sıkıntılarımızı içimize atmamızı gerektirmez. Dertleşebileceğimiz birinin varlığı böyle bir durumda bize çok yardımcı olacaktır. Bu kişi, partnerimiz ya da bir arkadaşımız olabilir veya ailemizden biri… Bir günlük tutup sıkıntılarımızı sayfalara dökebiliriz; bu rahatlamamız için güzel bir terapi yöntemi olabilir. Lakin bunları yaparken sıkıntılarımızı sırtımızda yük olarak taşımaktan kaçınmalıyız. Aklımızı boşaltabiliriz ama işyerinde yaşananların, hayatımızın geri kalanı üstüne bulut düşürmesine izin vermemeliyiz.
Zehirli bir iş ortamında kötü hisseden tek kişi biz değilizdir. Bu yüzden deneyimlerimizi paylaşabileceğimiz, bizim gibi düşünen iş arkadaşları bulmaya çalışabiliriz. İhtiyacımız olduğunda birbirimizi destekleyebilmeli ama ofis dedikodularına girmekten kaçınmalıyız. Dedikodu yapmak, kızgınlığımız için intikam alıyormuşuz gibi hissetmemizi sağlayabilir ama gerçekte çektiğimiz acıyı dindirmek yerine bizi olduğumuzdan daha çok sinirlendirir. Günün sonunda kendimizi daha üzgün, öfkeli ve stresli bulabiliriz. Bu hem duygularımızı kötü etkiler hem de yaptığımız dedikodunun yanlış insanlar tarafından duyulması riskine girmiş oluruz.
Şu anda sevmediğimiz bir iş ortamında sıkışıp kalmış olabiliriz ama daima orada bulunmayacağız. Geleceğimiz için planlar yapmak, işyerinde strese girdiğimizde bu gerçeği hatırlamamızı sağlayacaktır. Özgeçmişimizi güncelleyip yeni iş başvuruları yapabilir ve ileride çalışmak isteyeceğimiz şirketlerle iletişime geçebiliriz. Kendimize şunu sormalıyız: Bundan bir yıl, üç yıl ya da beş yıl sonra nerede olmak istiyorum? Bu soruya verdiğimiz yanıtlar doğrultusunda çalışmalı; hedeflerimize ulaşmamızı sağlayacak deneyimi kazanmaya bakmalıyız. Geleceğimizin daima bizim elimizde olduğunu çünkü şu anın da ellerimizde olduğunu hiçbir zaman unutmamalıyız. Çünkü yaptığımız seçimler geleceğimizi doğrudan etkileyecek. Bakış açımızı ve odak noktamızı değiştirmeye karar vermek şimdiye dek vereceğimiz en büyük karar olacak.