Meditasyon Esnasında Duygularımızın Dışa Vurumu

Meditasyon sırasında ani duygu çıkışları yaşamak doğal mı? Hatta bu duygulara dair fiziksel tepkiler çıkabilir mi? Bu duygular geldiğinde ne yapmak gerekir? Duyguların düşüncelerle ilişkisini ve zihnimizi tanıdıkça bu ilişkinin nasıl şekillenebileceğini bu makalede keşfedebilirsin.
natalie-grainger-8uB5kFKWWkk-unsplash

Meditasyon pratiklerinde özellikle başlangıçta, düşünceler ve zihnin hareketi üzerinde daha çok duruyoruz. Düşünce denizinin dalgalarını izliyor, daha durgun oldukları bir yeri araştırıyoruz. Peki ya bu denklemde duygular nereye yerleşiyor? Bilinçli farkındalık pratikleriyle duyguların ilişkisi nedir? Bu soruları yanıtlayabilmek için önce duygularla düşüncelerin, ya da zihnin, ilişkisine bakmak gerekli. Dahası, duygu dediğimiz şeyin net bir tanımını yapmadan da bu sorular biraz havada kalıyor.

Duygular bize ne anlatıyor?

Bilim dünyasında henüz bir fikir birliği olmasa da duyguları; içinde bulunduğumuz sinirsel ve psikolojik duruma, düşünce ve hislerimize karşılık deneyimlediğimiz biyolojik durumlar olarak  tanımlanabilir. Duyguların çalışma şekline dair ortaya atılmış pek çok teori var. Bunlardan bir kısmı duyguların fizyolojimizde başladığını savunur. Yani önce fiziksel bir tepki oluştururuz, sonrasında beyin bu tepkiyi bir duygu olarak yorumlar. Mesela bir hırsızla burun buruna geldiğimizde bedenimiz titremeye başlar ve bunu “Titriyorum, o zaman korkuyorum.” şeklinde yorumlayarak duyguyu oluştururuz. Diğer bir teori bu tepkilerin aynı anda ortaya çıktığını savunur. Başka bir teoriye göre de duygular bizi evrimsel olarak geliştirecek aktivitelere yöneltmek için vardır: Sosyalleşmek, çiftleşmek, güçlü bağlar kurarak hayatta kalma ihtimalimizi artırmak için üzülmeyi, utanmayı, sevmeyi ya da aşık olmayı deneyimleriz. Duyguların çalışma mekanizması tam anlamıyla açıklanamamış olsa da tüm bu teoriler bize duyguyu yaşama deneyimi ile ilgili büyük oranda bilgi sağlıyor. Yeni bulgulara göre, çevreden gelen bilgiler önce duygu merkezimize gidiyor ve oradan düşünceleri oluşturduğumuz daha yeni ve gelişmiş beyin bölgesine bir mesaj iletiliyor. Bunu nörobilimci Dr. Jill Bolte Taylor şöyle açıklıyor: biz aslında “hissetme canlıları”yız ve aynı zamanda düşünüyoruz da. Yani özünde “düşünme canlıları” değiliz. Bu bilgiler ışığında, duyguların oluşumunda bazı unsurların varlığından kesin olarak söz edebiliyoruz: sinir sistemi, düşünceler ve fizyolojik tepkiler. Tüm bunların meditasyonla ilişkisi ne olabilir?

Duyguların zihin ve bedende bıraktığı etkiler

Farkındalık pratiklerinde öncelikli niyetimiz ana gelmek. Zihin sürekli geçmişe ya da geleceğe dönük düşünceler üretir. Bunlara ek olarak durumlara dair yargılar ve yorumlarda bulunur. Tüm bunlar anda var olan durumu olduğu gibi görmemize engel olur ve gerçekle aramızda bir perde oluşturur. Bu perdeyi oluşturan tüm düşünce, yargı ve yorum silsilesinin içinde kaldığımız negatif ve tetikte hâle “ruminasyon” diyoruz. Duygular ve ruminasyon arasındaki ilişkiye dair çok çarpıcı sonuçlar var. Araştırmalara göre bir duyguyu hissettiğimizde bedenimizde ilgili kimyasalların salınımından o kimyasalların etkisini kaybetmesine kadar geçen süre yaklaşık 90 saniye. Ancak biz var olan durumla ilgili düşünceler ve yorumlar ürettikçe bu zinciri tekrar tekrar tetikliyoruz. Böylece zihinden bedene, bedenden tekrar zihne mesajlar aktarılmaya devam ediyor ve çok uzun süreler boyunca o duygunun içinde kalıyoruz. Peki mutluluk, üzüntü, sevinç ve keder de bu döngüleri benzer mi yaşıyor? Cevap senin de tahmin edeceğin üzere hayır! Sen de “keşke hiç bitmese” dediğin mutluluk anlarından çok, acı ve yas gibi duyguları yaşarken bu döngünün daha geçerli olduğunu fark etmiş olabilirsin. Bu durumun sebeplerini ise bir başka araştırmada buluyoruz. Bir grup üniversite öğrencisiyle yapılan çalışmada 27 farklı duygunun yoğunlukları ve süreleri araştırılmış. Birçok duygu bir saatten az ya da en fazla birkaç saat sürerken, açık ara farkla üzüntünün tam beş güne kadar sürdüğü gözlemlemiş. Uzun süren duygular, muhtemel olarak daha önemli olaylarla ilişkili olsa da bu uzunluktaki en büyük etkenin ruminasyon olduğu kabul ediliyor çünkü biliyoruz ki bizi tehlikelere karşı uyarmayı görev edinmiş zihin, negatif durumlarla daha çok ilgilenir. Yani bir duygu, his ya da fiziksel tepki olarak ortaya çıktığında zihin onu beslemeye devam ederek yangını körükleyebilir.

Diğer bir olasılık da bir koruma mekanizması olarak duyguyu bastırmak ya da yok saymaktır. Eğer kendini, sürekli yinelenen hâllerde aynı düşünce zincirinde buluyorsan çok büyük olasılıkla bu hâlin altında görülmeyi bekleyen bir duygu var. Duygular daha ilkel olan ve daha küçük yaşlarımızda aktif olan beyin bölgesi ile ilişkilidir. Bu görülmeyi bekleyen duygularımız da, tıpkı anlayış ve şefkat görmeyi bekleyen küçük bir çocuk gibidir. Ona sarılır, duygusunu görür ve paylaşırsanız rahatlar ve hayatına devam eder. Her seferinde duyguyu görmezden gelirseniz de yaygarayı basarak bacağınızdan çekiştirip durur. Tekrarlayan düşünce döngülerini, zihnimizin bacağımızdan çekiştirerek bize bir şeyler anlatma ve gösterme çabası olarak düşünebiliriz.

Her iki durumda da duyguyu olduğu hâliyle görmek mümkün değil. Genellikle duyguyu değil, çarpıtılmış olan bir gerçekliği yaşarız. Meditasyon yolculuğunda ilerledikçe zihnimizin doğasını ve nasıl çalıştığını içeriden keşfetmeye başlarız. Farkındalık pratiklerinin özünde tüm bu ruminasyondan bir adım geriye çekilebilme pratiği yatıyor. Meditasyon pratiğimiz derinleştikçe o silsilenin içinden çıkıp düşüncelere ve anda olana dair yorumlara dışarıdan bakabilme becerisini ediniyoruz. Bu da duygularımızla aramızdaki ilişkinin biçimini değiştirmeye başlıyor. Şanslıyız ki zihnin yapısı düzenli pratikle kolayca şekillenebiliyor ve o yargıların içinde kaybolmaksızın, duyguya olduğu hâliyle tanıklık edebilecek berraklığa erişme olasılığımız var!

Meditasyon esnasında duygular

gözleri kapalı kadın

Antik zamanlardan gelen meditasyon pratiği bilgisi bize saf bilinç hâline erişmek için “ben” olan her şeyi katman katman sıyırmak gerektiğini söyler. “Ben” tanımını bize yaptıran ve bütünün birliğinden kişiyi izole ederek egoyu yaratan her şeyi… İlk başta ismimiz, sıfatlarımız, statümüz gelir. Daha sonra ise bir parçamız gibi taşıdığımız düşünceler gelir. Bu yüzden de ilk niyet zihni ve düşünceleri fark etmektir. Düşünce ve yargıları fark edip bırakmaya başladıkça düşünce katmanı sıyrılıp dağılır. Bu katmanı sıyırdığımızda ise altında “ben”in duygularını buluruz. Sen meditasyon pratiğinde hiç böyle bir noktaya geldiğini hissettin mi? Bu deneyim hepimiz için farklı. Kimimiz o an hayatımızda gündemde olan konulara göre öfke, üzüntü, yas duygularını çok şiddetli hissedebiliriz. Kimimiz heyecanlı, aşk doluyuzdur ve meditasyon esnasında bunlar tekrar tekrar su yüzüne çıkar. Bazen de meditasyon pratiğinin bize sağladığı alan huzur, keyif gibi duyguları getirebilir. Burada tıpkı düşüncelere yaptığımız gibi esas olan geleni geçeni gözlemlemek ve akışa izin vermektir. Meditasyon izin vermekten ibaret. Hangi tür meditasyon pratik ediyor olursan ol, duyguları fark ettiğinde gözlemde ve anda kalmak öncelikli niyetin olsun. Bu duygu neye benziyor? Bir rengi, şekli, dokusu var mı? Bu duyguları imgelemek, varsa bedende karşılık geldikleri yeri ve yarattıkları fiziksel hissi tanımlamak bizi daha derin bir farkındalık katmanına taşıyabilir. O duygu her ne ise tıpkı akan bir nehri izler gibi akıp gitsin üstünden. Duygunun içine girmeden gözlemcisi olarak izle: Tam şu an sende meydana gelenler nedir? İçinden fiziksel bir tepki mi çıkıyor? İzin ver çıksın. Ağlamak, gülmek, kahkaha atmak ya da bağırma isteği geldiğinde, tüm bunların belirmesine izin verebilirsin. Eğer gözyaşları dökülürse gözünden yalnızca ve yalnızca ağlama deneyiminin içinde kalabilirsin. Gülme ihtiyacın kadar güldükten sonra bununla ilgili yorumda bulunmama niyetiyle pratiğine devam edebilirsin örneğin.

Yalnız, burada dikkat edilmesi gereken ince bir çizgi var. Bazen duygular ve bunlara karşılık gelen bedensel tepkiler öyle fazladır ki eleştirel iç sesi kıstığımızda ya da kendimizle yalnız kaldığımızda bunların dışarı çıkması bizim için zorlayıcı olabilir. Böyle durumlarda eğer sessiz ve hareketsiz meditasyonlar pratik ediyorsak bunu sürdürme çabası bizi zorlar ve gerekli değildir. Duyguları yoğun yaşıyor olmak demek sinir sisteminin tetikte olması ve birçok durumda güvende olma hissinin kaybı anlamına gelir. Olumlu olarak etiketlediğimiz duyguları deneyimlerken bile bedenimiz normalden fazla adrenalin salgılayabilir. Bu sistemler yatışmazsa ve beynimize “güvendeyim” sinyalini veremezsek duyguları deneyimlemek zorlaşabilir.. Bunun yerine bir süre, duyguların yoğunluğunu sağlıkla dışarı akıtmana yardımcı olacak aktivitelere yönelebilirsin. Bunlar çeşitli spor ya da hareket türleri, sanatla, el işleriyle uğraşmak ya da herhangi bir hobine başvurmak olabilir. Salıncakta sallanmak, açık hava sporlarına yönelmek ya da suyla temas etmek gibi sinir sistemini yatıştıracak pek çok yolu da deneyebilirsin. Diğer bir alternatif ise sadece duyguları dışarı vurma odağı olan editasyonları denemektir. Dinamik meditasyon, kundalini meditasyonu ya da istediğin müzikler eşliğinde beden farkındalığıyla dans etmek bunlara örnek olabilir.

Duygularının meditasyonla ilişkisinde de esas olan her zaman kabul etmek ve bırakmak olabilir mi? Geleni tutmamak, akışa direnmemek ve görülmeyi bekleyeni görmek tüm duyguların hafiflikle akmasına yardım eder. Bu hafif akış içinde olduğumuzda da duyguları tam yerinde tam zamanında ve olduğu gibi deneyimlemek mümkün olur. Dilerim ki bir sonraki meditasyon pratiğinde duygularına yargısızca bakmak ve onların, üstünden akıp geçmesine izin vermek mümkün olsun! Meditasyon pratiğin esnasında yaşadığın duygularla ilgili deneyimlerin oldu mu? Bunları deneyimlerken senin tavrın ne oldu ve bundan neler kazandın? Yorumlarda bizimle paylaşmanı çok isteriz! 

Leave a Reply