Mükemmeliyetçilik kavramına aşina olabilirsin. Hatta şu cümleler sana çok tanıdık geliyor olabilir: “Galiba biraz mükemmeliyetçiyim, üstlendiğim her işi kusursuz yaparım, en ufak bir hataya tahammülüm olmaz…” Peki gerçekten böyle misin yoksa kabul edilmeme korkusuyla her şeyi mükemmel yapmaya mı çalışıyorsun?
“Unutmayın, mükemmeliyetçiliğin arkasında korku yatar.”
Dr. David D. Burns tarafından sarfedilmiş olan bu cümle, az sonra okuyacağın yazının bir özeti mahiyetinde aslında. Mükemmel olma hali, ilk başta zihinde pozitif duygular uyandırıyor, ancak gerçekte acaba öyle mi? Peki ya gerçekte var olmayan bir kavramın peşinden gitmenin sebebi, ya da bunun sonucu, etkisi ne olabilir, hiç düşündün mü?
Mükemmeliyetçilik, kişinin sorumluluğundaki her ne ise, onu kusursuz yapmaya çalışması demek. Hataya yer olmayan bu bakış açısında, o işteki ufacık bir pürüz, yapılanı değersiz ve işe yaramaz kılar. Düşününce çok yıpratıcı gelse de, aslında mükemmeliyetçiliğin etrafımızı sardığı bir dönemde yaşıyoruz. Kabullenilme arzusu öyle baskın ki; her şeyi kusursuz yapmaya çalışmak, doğru bir yol izlediğimiz yanılgısına, zaten olması gereken buymuş gibi bir algının oluşmasına yol açıyor.
Mükemmeliyetçiliğin özünde sevilme, kabul edilme, onaylanma ve takdir edilme gibi istekler yatar. Bunun temelleriyse çocukluğumuzda atılır. Ebeveynlerimizin bizden beklediği şeyin, en yüksek sınav notunu almamız, en iyi okulu kazanmamız, maçı kazandıran basketi atmamız ya da en keyifli şiir dinletisini seslendiren olmamız olduğunu zannederiz. Dolayısıyla da, sevilmek için kendimiz olmanın yetmeyeceği, fazladan çaba sarf etmemiz gerektiğini düşünerek, daha küçükken mükemmele ulaşmak için didinmeye başlıyoruz. Hamur bu şekilde yoğrulunca, yetişkinliğimizde de aynı ana malzemeyle, mükemmellikle pişmeye çalışıyoruz!
2002 yılında Dr. Gordon H. Flett ve Dr. Paul L. Hewitt mükemmeliyetçiliği üç grupta inceledi ve bunları şöyle tanımladı:
• Kendine Yönelik: Kişinin kendisine, ulaşılması mümkün olmayan beklentiler dayatması.
• Başkasına Yönelik: Kişinin bir başkasına yönelik olarak, gerçekçi olmayan beklentilere sahip olması; ki bu beraberinde, o kişiye sorumluluk vermekten kaçınmayı, kendi üzerine daha fazla yük alıp daha çok yorulmayı, memnuniyetsizlik nedeniyle ikili ilişkilerde sorunlar yaşamayı doğurabiliyor.
• Toplum Tarafından Öğretilen: Kişinin, başkalarının kendisinden ulaşılması olanaksız beklentileri olduğu inancı, ki bu inanç, mükemmeliyetçilik iştahının artmasındaki en güçlü gerekçe olarak karşımıza çıkıyor.
Toplum tarafından öğretilen mükemmeliyetçilik, bu türler arasında en çok sivirilen seçenek. Amerika Birleşik Devletleri’nde yakın geçmişte yapılan bir araştırma, 1989 sonrasında doğan nesilde toplum tarafından işlenen mükemmeliyetçiliğin hızla tırmandığını söylüyor. Bu da bize genç kuşağın, yakın çevresi ve yaşadığı toplum tarafından daha fazla eleştiriye maruz kaldığını ve gençlerin kendini kanıtlama uğruna kusursuzluğu hedeflediğini gösteriyor.
Günümüzün yaşam dinamiği bolca rekabet içerirken, bireyselliği grup bilincinin üzerine çıkarıyor. Bu iki etken, çocuklukta “sevilmek için çabalamak gerektiği” inancını körükleyerek bizi daha da mükemmel olmaya itiyor; bu ne kadar yıpratıcı, yorucu ve aynı zamanda ulaşılmaz bir yol olsa da…
Henüz çocukken evde başlayıp gençlikte tırmanışa geçen bu bakış açısı, yetişkinlikte de deyim yerindeyse yakamızı bırakmıyor. İş görüşmelerinde olumsuz özelliklerimiz arasında mükemmeliyetçiliği de saymanın altında sence ne yatıyor olabilir? Ulaşmaya çalıştığımız noktayı, neden negatif özelliklerimiz arasında sıralıyor, bir yandan da onun peşini bırakmamakta ısrar ediyoruz? “Vereceğiniz her görevin üstesinden kusursuz gelirim, çok iyi iş çıkartırım ama kendimi de çok yıpratırım” mı demek istiyoruz? Kendimizi yıpratmayı, patronumuz olmasını istediğimiz kişiye olumsuz özelliklerimiz paketinde sunarken, irademizle hareket ettiğimizde mükemmele ulaşmak için yıpranmayı göze alıyoruz. Sanki benliğimize verdiğimiz değer, mükemmele ulaşmaktan daha kıymetsiz gibi… Bu durumda onaylanmak ya da başarılı olarak görülmek, bizi hayatta tutan yegane gereksinim gibi duruyor. Peki ya kendimize karşı nezaket ve kabul içeren bir tavır, hayatta kalmaya nasıl etki ederdi? Acımasız olduğunu söylediğimiz iş dünyasını, mükemmeli arayan tavrımızla, biz o hale getiriyor olabilir miyiz?
Kusursuz görülen hayatların da “mükemmele ulaşma arzusu”nda büyük etkisi var elbette. Sosyal medyada veya televizyon ekranlarında takip ettiğimiz; her zaman gülümseyen, çok başarılı, çok zeki, çok güzel olan bu kişiler de bizi ister istemez etkiliyor. Tanınmış simalar popülerliklerini sürdürüp, takdir edilmek için mükemmeli hedeflerken, bu kişilerin takipçileri de kabule giden en büyük adımın kusursuzluk olduğunu düşünüyor… Tanınmış kişiler, kabul edilmek uğruna, toplumun görmek istediği imaj için çabalayarak kendileri olmaktan vazgeçiyor. Toplum da, çizilen bu imajın sahici olduğu algısıyla mükemmele yaklaşmaya çalışıyor.
Herhangi bir varlığın, durumun ya da kişinin kusursuz olması söz konusunu değil. Dışarıdan baktığında öyle görünse de, her varlık kendi içinde bir düzene sahip. Bu onu mükemmel yapmıyor, sadece kendi doğasında o şekilde var ediyor.
Konuya bilimsel olarak bakınca da karşımıza farklı bir şey çıkmıyor. Bazılarımız içinde yaşadığımız Güneş sisteminin kusursuz bir düzende olduğunu söylese de, bu aslında bir iddiadan öte değil. Evrenin var oluşu itibariyle, 9 milyar yıl boyunca izine rastlanmazken, sistem günümüzden 4,5 milyar yıl önce oluşuyor. Güneş sistemi bugüne gelene dek çok kaotik süreçlerden geçiyor, şu dönemde sakin bir seyir izlese de bir gün yok olacağı aşikar. Dolayısıyla her zaman hareket halinde olan, sabit kalmayan bir düzenin hangi anındaki mükemmellikten söz edebiliriz? Mükemmel olmasa da o enerji akmaya, dönüşmeye ve bir şekilde kendi yolunu bulmaya devam ediyor.
Olmayan bir “tam olma hali”nin peşinde koşarak en son neyi erteledin? Mükemmele ulaşmadığın, hazırlıklarının tam ve şartların kusursuz olmadığı gerekçesiyle hangi projeye adım atmaktan kendini alıkoydun? Mükemmellik beklentisi beraberinde ötelemeyi, tembelliği de getiriyor… En iyisini yapmak için beklemek ya da yaptığın planlarda bir aksaklık olması adım atmanı engelleyebilir; “mükemmel olmayacaksa hiç olmasın” görüşü, birçok güzellikten seni mahrum bırakabilir.
Her şey kendi içinde bir dengede. Hiçbir zaman var olmayacak o kusursuzluğun peşinden gitmek yerine şu anda, burada mümkün olan şeyleri kovala… Zaten her şey, olduğu haliyle tam, ve eksiksiz…