Deneyimlerle doğrulanmamış fakat doğrulanacağı öne sürülen düşüncelere varsayım denir. Adı üstünde aslında… Varmış gibi farz etmek… Peki, neler olabilir bu varsayımlar? Örneğin, “Ya benim konuştuklarımı ilginç bulmadıysa?”, “Yeterince iyi anlatabildim mi?”, “Kötü bir şey mi söyledim acaba?”, “O hareketi yapmam yanlış mı anlaşıldı?”, “Çok bağırarak konuştum, kaba biri olduğumu düşündü.”, “Müdürüm kızgın bakıyordu, kesin eksik bir iş yaptığımı düşündü.” şeklindeki varsayımlar hepimizin aklından geçmiştir.
Öncelikle varsayımların bir işlevi olduğunu belirtelim. Varsayımlar bizi olabilecek tehlikelerden, çeşitli zor durumlardan alıkoyabilirler. Elbette belli sınırlar dâhilinde… “Azı karar çoğu zarar.” sözü burada da geçerli.
“Trafik sabah saatlerinde daha yoğun olabiliyor, başka yoldan gideyim.” gibi bir düşünce bir yere yetişmemiz gerekirken olasılıkları değerlendirmemize yardımcı olabilecekken, “Sabahları trafik oluyor, hiç şansım yok, kesin geç kalacağım.” şeklindeki düşünceler bizi kaygıya sürükleyebilir. Olumsuz varsayımlar daha da kaygılanmamıza, durumla başa çıkmakta zorlanmamıza yol açabilir. Zihnimizden geçen bütün düşünceleri tabii ki kontrol edemeyiz fakat durup düşündüğümüzde “Şu an aklımdan ne geçiyor?”, “Bana nasıl yardımcı oluyor?” şeklindeki sorgulamaları olumsuz tutumların önüne geçebilecek yardımcı sorular olarak görebiliriz.
Bireylerin durumları algılama ve yorumlama biçimi farklı ve biriciktir. Bu da farklı kişiliklerin, karakterlerin bir sonucudur aslında. Bir kişinin çok büyük mutluluk duyabileceği bir durum bir başkasında rahatsızlık uyandırabilir. Bu da dünyayı tekdüzelikten kurtarır. Düşünsene… Ya tüm dünya tek bir renkten meydana gelseydi? Veya tüm bahçelerde yalnızca papatya olsaydı? Ya yemek olarak yalnızca makarna olsaydı? Veya yalnızca gece, yalnızca gündüz olsaydı?
Bizi rahatsız eden durumlarda kimimiz bunu evrenin bir oyunu, kimimiz yaratıcının bir dersi olarak görürüz, kimimiz de hayatın bizimle alay ettiğini düşünürüz çünkü doğduğumuz günden itibaren bir şeyler için sebep aramaya meyilli büyürüz. Çok yoğun bir şekilde onay arama ve sevilme ihtiyacıyla yetişmiş bireyler olduğumuz için her şeyin karşılıklı olduğuna inanabiliriz. Birinin bize karşı davranışlarının altında yalnızca bizi sevip sevmemesinin yattığını düşünebiliriz. Yani, bir durum karşısında hatalarımızdan ötürü bununla sınandığımızı varsayabiliriz veya sevilmediğimiz için söz konusu davranışı yaşadığımıza inanabiliriz. Kendi eksiğimizi, kendi yanlışımızı ararız önce. Hâlbuki düşünülmesi gereken ilk şey neden “kendiliğindenlik” olmasın? Neden bu olanın da hayatın pek çok iniş çıkışından biri olabileceğini, çok mantıklı başka bir açıklaması olabileceğini görmeyiz de bizimle ilgili bir yanını ararız? Düşüncelerimiz, olaylara ve durumlara kendi eksenimizden bakmamızı sağlasa da her durumun bizimle ilgili olduğu düşüncesi ne kadar gerçekçi olabilir?
Bu varsayımlar bizi günlük hayatımız içinde de zorlamaya devam eder. “Beni onunla yeterince ilgilenmediğim için terk etti.”, “Ben geldiğim için yemekten kalktılar.” gibi türlü düşünceler zihnini meşgul edebilir…
Bireysel ilişkilerimizde yaşadıklarımızı da kendimizle ilintili sebeplere yorarız çoğu zaman. Her şeyde olduğu gibi bir karşılıklılık söz konusuysa oluşabilecek olumsuz durumlar da iki (veya daha fazla) kişinin mevcudiyetini gerektirmez mi? Hayatta meydana gelen her şeyin sebebi biz mi olabilir miyiz gerçekten?
Arabayı yıkattığımız gün yağan yağmurun sebebi evrenin arabamızın temizliğinden duyduğu rahatsızlık değil, yağmur için gerekli koşulların oluşmasıdır. Hayır, arkadaşlarının bu akşamki planı iptal etmesinin sebebi senden rahatsız olmaları değil, sadece işleri çıkmış olamaz mı? İlişkin kilo aldığın için değil, karşılıklı anlaşmazlıklarınız olduğu için bitmiş olabilir. Ve evet… Uçağının rötar yapmasının sebebi senin kötü şansın değil, sadece hava muhalefeti… Bu olasılıkları değerlendirmek, gerçekçi değerlendirmelere varmamıza ve belki kendimizi bir nebze de olsa sakinleştirmemize yardımcı olabilir.
Kendimizi dünyanın merkezine koyduğumuzu düşünürsek düşüncelerimiz de kendi uydumuz, yani ayımız gibidir. Bizi takip eder ve fark etmesek de orada durmaya devam ederler. Dünyada olabilecek her şeyin bizim üzerimizde bir özgül ağırlığı olur, oluşacak depremlerden, sellerden kendimizi sorumlu tutabiliriz fakat dünyanın bizden bağımsız bir dengesi vardır. Bizden bağımsız gelişen durumların varlığını göz ardı etmemeliyiz.
“Yeterince iyi yapamadım.”, “Başarısız biriyim.”, “Bu durumla baş edemeyeceğim.” gibi düşünceler hepimizin aklından geçebilir. Bu düşünceye inanırsak gün içindeki ruh hâlimiz de olumsuz etkilenebilir. Örneğin, “Müdürüm yeterince hoşnut gözükmedi, benim eksik bir şey yaptığımı düşündü.”, “Arkadaşım yaptığım şakaya yeterince gülmedi, benim sıkıcı biri olduğumu düşünüyor.” gibi düşünceler gün içindeki algımızı ve modumuzu etkileyerek olumsuz bir ruh hâli oluşturabilir.
Bu düşünceleri bir arkadaşının söylediğini düşün. Kendini irdelerken olumsuz düşünmeye böylesine yatkınken, arkadaşına benzer durumlarda söyleyebileceğin cümleleri düşündüğünde ne kadar da farklı olduğunu görebilirsin. Bunun nedeni bakış açısı. Başkası için bir durumu yorumlarken daha objektif bir yerden bakabiliriz. Öyleyse karşılaştığımız bu gibi durumlarda olayı kendi tarafından yorumlamaya çalışmak yerine, dışarıdan bakan biri gibi yorumlamayı denesen nasıl olurdu? Arkadaşına ne gibi bir yorumda bulunurdun?
Elbette ki trafik, yağmur, kalabalık gibi durumlarla karşılaşacağız. Bunlar aslında olumlu ya da olumsuz durumlar değil, hayatın değişmez gerçekleridir. Bunları olumlu ya da olumsuz olarak niteleyen otomatik düşüncelerimizdir. Yani bir konuyu bizim için zor hâle getiren de, olağan karşılamak da ona ne gibi bir düşünce atfettiğimizle alakalı olabilir.
Değiştirmemizin mümkün olmadığı ortamlarda kendimizi mutlu ya da mutsuz hissetmemize neden olacak düşünceler ve bakış açılarını fark etmek çok önemli. Bu düşüncelerin kaynağını fark etmek ve hatta bazen bakış açımızı değiştirmek içinde bulunduğumuz ruh hâlini iyileştirmek konusunda çok yardımcı olabilir. Bazen kabullenici bir tutum sergilemek, oldurmaya çalışmaktan daha faydalıdır. Arabayı yıkattığımız gün yağan yağmurdan şikâyet etmektense elimizde kahvemizle yağmur eşliğinde kitap okumak duruma çok daha başka bir anlam yükleyecek ve içinde bulunduğumuz anın tadını çıkarmak adına daha faydalı olacaktır çünkü arabamızın biraz çamurlanmasının telafisi var, fakat öfkelenerek veya üzülerek geçirdiğimiz günü tekrar başa sarmamız mümkün olmayacak…
Sorumluluğu kendimizde aramaya başladığımız zamanlarda bir durmak, sakince düşünmek, asıl ihtiyacımızı görmeye çalışmak, nefes egzersizi yapmak, gerçekçi olan durumları zihnimizde değerlendirmek faydalı olacaktır.