“Rekabetçilik ve stres her an, her yerde karşımıza çıkıyor. Okulda, işte, sosyal ilişkilerimizde… İlgi, onaylanma, terfi etme ve üstünlük kurma için sürekli rekabet ediyoruz.” (Zhong et al., 2018)
Kaçımız telefonundan ayrı kalabiliyor? Uyandığımız an saate bakmak, gelen mesajları kontrol etmek, sabah kahvemizi içerken gazetelere göz atmak, işe giderken podcast ya da müzik dinlemek, sosyal medya hesaplarımızda gezinmek… Gün içinde neredeyse hayatımızın her noktasında binlerce farklı sebeple telefonu elimize alıyoruz.
Teknoloji çağının ortasındayız, hayatımızın büyük bir kısmı artık dijital ortamda. Teknoloji günlük hayatımızın bir parçası ve dünyanın neredeyse her yerinden 7/24 bilgiye ulaşmamızı sağlıyor. Diğer insanlarla bağlantı kurmak, farklı bilgilere ulaşmak, sevdiklerimizle bağlantıda olmak gibi pek çok avantajı olsa da teknoloji bazı zorlukları da beraberinde getiriyor.
Bir hafta boyunca Facebook, Instagram, Snapchat, Twitter, TikTok gibi sosyal medya kanallarından uzak durmayı gerektiren bir haftalık sosyal medya detoksunu bilmeyen yoktur sanırım. Bu durum, pek çoğumuzun giderek kendini dijital dünya içinde kaybolmuş ve şimdiki zamanla bağını yitirmiş hissettiğini gösteriyor. Özellikle sınırsız internet erişimi ve akıllı telefonla büyümemiş bizler için bu durum, hayali bir çocukluk dönemi gibi gelebilir. Bizler telefon ekranımızı kaydırmak yerine vaktimizi farklı aktivitelerle geçiriyorduk. Sokakta koşturmak, diğer çocuklarla akşama kadar dışarıda oyun oynamak gibi… Veya vaktimizi kitap okuyarak, hayvanlarla oynayarak ya da bir enstrüman çalarak geçiriyorduk. Kimler bu güzel günleri hatırlıyor?
Sıkça tartışıldığı üzere teknoloji ve özellikle de sosyal medya kullanımı kişisel başarılarımız, fiziksel görünümümüz ve genel olarak hayatımızla ilgili sürekli kendimizi başkalarıyla kıyaslama tehlikesini içinde barındırıyor. “Yeterince güzel miyim?”, “Modaya uygun mu giyiniyorum?”, “İşim havalı ve modern mi?”, “Evimizi nasıl New York’taki o çatı katına ya da Malibu’daki sahil evine benzetebilirim?”, “X veya Y kişisinin yaptığı gibi her sabah kahvemi almalıyım veya meyveli yulaf kasesi yapmalıyım.” Bu tarz düşünceler, davranış ve yaşam tarzımızı diğerlerinin sosyal medyada gösterdiği yönde değiştirmeye itiyor.
Bu her ne kadar günümüzün gerçeği olsa da rekabet bizim için yeni bir şey değil. Çok uzun süredir toplumumuzun bir parçası. Varlığımızı her yönüyle diğer online kullanıcılarla kıyaslamanın yanı sıra işyerinde, aile fertleri, arkadaşlar ve komşular arasında da kıyaslamayı görüyoruz. Spor müsabakalarında, iş başvurularında ya da üniversite seçimlerinde de bunun örnekleriyle karşılaşıyoruz. Mevcut işimizde terfi almak ya da son derece rekabetçi bir pazarda şirket yönetmek de bundan farklı değil.
Oxford University Press “rekabet stresi”ni, bir sporcunun yarış boyunca kendi kapasitesine dair inançları ile kendisinden beklenen arasındaki farktan dolayı kendini tehdit altında hissetmesi şeklinde açıklıyor. Bu, spor turnuvaları için geçerli bir durum olsa da kendi becerimizden, yeterliliğimizden emin olamadığımız ya da diğerlerinden daha iyi performans gösterme kaygısı içine girdiğimiz her durum için aynı şeyi söyleyebiliriz.
Aşırı baskı hissetmek, bedenimizi ve zihnimizi strese sokuyor. Kimimizin böyle durumlarda kalp atışları hızlanır, yüzü kızarır, avuçları terler ya da vücut ısımız hızla yükselir ve sonra bir ürperti hissederiz. Aşırı baskı ve stres altında son derece sakin kalıp kahvesini yudumlayabilen kişileri hayretle izliyorum çünkü böyle bir durumda ben kahve içsem, kafein benim çıldırmış şekilde oradan oraya koşturmama sebep olabilir. Böyle kişiler sakin kalıp şakalar yapmaya, sohbet etmeye devam edebiliyorlar. Bana öyle geliyor ki onlar tüm zorlu durumlara rağmen kendileriyle barışık kalıp zihin dengelerini korumayı öğrenmiş, stres seviyelerini kendilerine özgün yöntemlerle dengeleme konusunda uzmanlaşmış kişiler.
Rekabet ortamına ve dolayısıyla genellikle endişe, korku ile ilişkili yüksek dozda stres faktörüne maruz kalmak sağlımızı pek çok şekilde etkileyebilir. Fiziki bedenimize farklı davranmaya başlayabiliriz. Örneğin, aşırı sigara içme ya da yeterince uyumama gibi sağlıksız baş etme yöntemleri geliştirebiliriz. Genel enerji seviyemizde de bazı değişimler olabilir. O yüzden ara ara kendimize “Şu an kendimi nasıl hissediyorum? Zihinsel olarak nasılım? İlişkilerim nasıl?” diye sormakta fayda var.
Peki, bu rekabet ortamından çıkıp kendi sükûnet alanımızı nasıl bulabiliriz? Aşağıda günlük hayatına kolayca dâhil edebileceğin, öz sevgi ve öz şefkat alanına adım atıp kendinle bağlantını güçlendirebileceğin bazı adımlar yer alıyor.
Ben yıllar içinde şunları öğrendim: