Daha ilkokul zamanlarımızda mevsimleri saymayı öğreniriz: “İlkbahar, yaz, sonbahar, kış…” O yaşlarda genellikle ilkbaharı teneffüsleri bahçede üşümeden geçirebildiğimiz bir zaman olarak, yazı denize girdiğimiz üç aylık bir tatil dönemi olarak, sonbaharı okul servisine şemsiyeyle koştuğumuz zamanlar olarak, kışı da derste camdan dışarı bakıp karın yağışını izlediğimiz -ve hatta okulların tatil edilmesini beklediğimiz- bir zaman dilimi olarak öğreniriz.
Sonbaharı o kadar şiirsel buluruz ki dökülen yaprakların her yanı sarıya boyadığı bu mevsimi bazen güz, bazen de hazan dönemi olarak anarız. Kışın yeri, pamuk gibi yağan karları doya doya izleyebildiğimiz için her zaman ayrıdır. İlkbaharı çiçekler tomurcuklanmaya başladığı için, yazın müjdecisi olduğu için severiz. Yaz ise deniz, güneş, tatil, yani neşe demektir…
Mevsimler her birimizin zihninde farklı şeyler çağrıştırır. Kimi yazın açan güneşten, rengârenk çiçeklerden mutluluk duyarken kimi yağmurlu ve kapalı havalardan, yerleri yumuşacık bir battaniye gibi örten sarı yapraklardan keyif alır. Kimi ise her yeri kaplayan bembeyaz karlardan… Hangisini daha çok seversek sevelim mevsim geçişleri bizleri hem fiziksel hem de psikolojik olarak etkiler.
Yaz kapıda belirirken de kendimizde pek çok değişim gözlemleyebiliriz. Doğa uzun kış uykusundan uyanırken, bizler de uzayan günlerle, gökyüzünde ışıl ışıl parlayan güneşle kendimizi daha enerjik hissederiz. Herkes tatil planlarından söz eder, kalın paltolar yerini tiril tiril yaz giysilerine bırakır, karpuz, kiraz, erik gibi bol sulu, ferah meyveler manav tezgâhlarını renk cümbüşüne dönüştürür, yapılacak işler bittiğinde hava hâlâ aydınlıktır, arkadaşlarla sahillerde, parklarda, kafelerde buluşulur, bedenimiz denizin mavi sularıyla kavuşur…
Yazla gelen bu değişimler kulağa harika gelse de sonuçta bu da bir değişim. Ve her düzen değişikliği gibi yeni bir mevsime geçmek, yeni rutinlere adapte olmak zorlayıcı olabilir çünkü sinir sistemimiz optimum şekilde çalışmaya devam etmek için belirliliğe ve rutine ihtiyaç duyar. Taşınmalar, mevsimsel geçişler gibi olağan rutini bozan, yeni adaptasyonlar gerektiren durumlarda vücut zorlanmalar yaşayabilir. Örneğin, çoğumuz mevsim geçişlerinde ne giyeceğimize bir türlü karar veremeyiz. Karar verdiğimiz kıyafet günün bir saatinde muhakkak bizi yarı yolda bırakır, hava olacağını sandığımızdan daha sıcak veya daha soğuk bir hâl alır.
Mevsim geçişlerinde duygu dünyamızda yaşanan değişimler aslında güneş ışınlarıyla doğrudan ilgili. Ruh hâlimizdeki iniş çıkışları oldukça etkileyen dopamin, serotonin, melatonin ve endorfin gibi hormanların salgılanması mevsim süreçlerine göre değişkenlik gösterir ve bu durum da bizim duygu dünyamızı doğrudan etkiler. Bu nedenle mevsim geçişlerinde her zamanki gibi hissetmememiz beklenen bir durumdur.
Güneşli günlerde deniz kenarında olmak yaz dendiğinde çoğu insanın aklında beliren ilk sahnedir. Ancak güneşin keyfini yalnızca deniz kenarında değil, her yerde çıkarabilirsin. Belki sen yaz aylarında denizden çok parkları, bahçeleri veya şehrin sokaklarını adımlamayı daha çok seviyor olabilirsin. Yani bir şeyden keyif almak için onu herkesin yaptığı şekilde yapmak zorunda değilsin, her koşulda kendi standardını yaratabilirsin.
İçinde beliren her duyguyu yaşayabilmen, dönüştürmen çok önemli. Yeni mevsimin duygu dünyanı nasıl etkilediğine yakından bakmayı dene. Bu duyguların ışığında bir şeyler üretebilir, yazabilir, resim yapabilir veya içinden her ne geliyorsa onu yapabilirsin. Tamamen sana kalmış! Bedenin neye ihtiyacın olduğunu sana söyleyecektir. Onu dinle. Unutma ki bazen hiçbir şey yapmak istememek de bir ihtiyaçtır. İşte böyle anlarda bir dur, ihtiyacını görmezden gelme. Hiçbir şey yapmamayı deneyimle. Duygularınla kalmayı dene. Bu süreçte bir not defteri tutarak hissettiğin duyguları not alabilirsin. İçini dökmek, kimse okumasa dahi seni rahatlatabilir. Bırak, kalemin duygularını serbestçe dışa vursun.
Mevsimle gelen ruhsal değişimler rutinimizi aksatmaya başlayabilir. Bu durumda çoğumuz, kendimizi rahat ve güvende hissettiğimiz konfor alanımızda kalmayı tercih ederiz. Burada dilediğin kadar dinlenebilirsin elbette. Ancak şunu da bir yandan hatırla: Konfor alanından çıkmak seni günlük hayata döndürüp tekrar canlı hissetmeni sağlayabilecek bir adım. Bu adımın illa çok büyük olması gerekmiyor, küçük adımlarla ilerlemen de yeterli.
Mevsimsel süreçlerle ilgili ortaya çıkacak durumlardan biri de yorgunluk hissi olabilir. Yeterince uyuduğumuz hâlde bile dinlenememiş uyanabiliriz. Bu yorgunluk kendimizi isteksiz, uykulu ve bitkin hissetmemize neden olabilir.
Yorgunluk hissiyle baş edebilmek için bazen uykuya sığınmayı seçebiliriz, ancak uyku ve dinlenme aynı şey değildir. Bu durumla başa çıkmak için farklı dinlenme türlerinden faydalanabiliriz. Örneğin, aktif bir fiziksel dinlenme için kan dolaşımımızı ve esnekliğimizi geliştiren pilates, yoga, esneme ya da masaj gibi onarıcı aktivitelerden faydalanabiliriz.
Günlük işler ve rutinler kendimizi canlı hissetmemizi sağlar. Örneğin, her gün aynı saatte yapacağın bir doğa yürüyüşü, evcil hayvanın varsa onu aynı saat diliminde yürüyüşe çıkarmak veya haftanın belli günlerini sosyalleşmeye ayırmak gibi aktiviteler alışkanlık hâline dönüşerek iyi hissetmeni sağlayabilir.
Son günlerde çokça dile getirilen psikolojik sağlamlık konusunda da rutinlerden söz edebiliriz. Nasıl bir spor dalında iyi olmak için çokça antrenman yaparak gücümüzü ve kondisyonumuzu günden güne artırıyorsak bize iyi gelen davranışları, rutinleri fark etmek ve bunları uygulamak da günlük stresle baş etme konusunda bize yardımcı olacaktır. Psikolojik sağlığımızı da tıpkı kaslarımız gibi güçlendirebiliriz.